Kategori arşivi: Edebiyat

TATYANA VE ALEXANDER (Bronz Atlı 2) 1

TATYANA VE ALEXANDER (Bronz Atlı 2)

TATYANA VE ALEXANDER (Bronz Atlı 2)

 

TATYANA VE ALEXANDER (Bronz Atlı 2) 2

“Savaşçı, komutan Alexander. Suyun, ateşin ve gökyüzünün Alexander’ı. Sevgili Tanrım beni sana versin; tankların ve hendeklerin, dumanın ve kederin askerine, mutluluğumun ve özlemimin kaynağı Alexander’a. Her neredeysen seni arıyorum.”

TATYANA VE ALEXANDER (Bronz Atlı 2) 3

 

II. Dünya savaşının karanlık zemininde gönülleri burkan bir aşk hikâyesi. Benliklerindeki sarsılmaz aşkın gücüyle savaşa ve ölüme kafa tutan Tatyana ve Alexander, her şeye rağmen pes etmeden sevgileri koruyabilecekler midir?

Kızıl orduda görev alan Alexander Belov’un taze gelini, karnında bebeğiyle bir anda dul kalan Tatyana.  Matemin, ölü cesetlerin üstündeki buz kütlesini üstünde kötücül yarasıyla direnen Alexander.

İkisinin de hayallerinde Arizona’nın sıcak kumlarında, güneşte tenleri kavrulurken birbirlerine ait olmak vardır.

18 yaşında hamile aynı zamanda dul kaldığına inanan Tatyana, savaşın hüküm sürdüğü topraklardan kaçıp Amerika yeni bir hayat kurmaya çalışacaktır. Lakin aklıda kalbide Alexander’ın ölmüş olabileceği gerçeğini bir türlü kabul etmemektedir.

Kalpten bağlı olduğu adamın ona ihtiyacı olduğunu tüm iliklerine kadar hisseden Tatyana, bebeği dünyaya geldiğinde Alexander’a gerçekte ne olduğunu öğrenmek için gözünü sakınmayacaktır.

Amerikan casusu olarak suçlanan, Stalin’in ölüm kampına müebbet esir düşen Alexander; hayallerinde dahi Tatyana’yı görmeye, onu elinden alacaklar korkusu yüzünden cesaret edemez.

Her şeyi bir kenara atarak sevdiği adamı kurtarmak için ölümün hüküm sürdüğü topraklara geri dönen Tatyana, Alexander’ı sapasağlam bulabileceğinden bile emin değildir.  Yine de destansı bir aşkın iz düşümü olan Tatyana ve Alexander, serinin ikinci kitabı olmakla birlikte savaşın en açık anlatıldığı kitap.

Savaşta ölmeyip esir düşenlere kamplarda uygulanan işkenceleri, açlığı, hastalığı ve sefaleti açık bir dille ifade eden yazar, aşktan öte yıkımı da sayfalarına yerleştirmiş.

Kapaktaki aşk hikayesi tanımına aldanıp kitabı romantik komedi zannetmeyin, Bronz Atlı serisi kalplerinize dokunduğu kadar, içinizi paramparça eden gerçekleriyle dünyanın gerçek yüzünü sizlere gösterecek….

BRONZ ATLI – PAULLINA SIMONS 4

BRONZ ATLI – PAULLINA SIMONS

BRONZ ATLI – PAULLİNA SIMOS

 

BRONZ ATLI – PAULLINA SIMONS 5

“Titremeyeceğim, bu kısacık ömürden korkmayacağım, başımı eğmeyeceğim. Dik durmanın bir yolunu bulacağım. Kapımı her şeye kapatacağım, Alexander. İçimde yalnızca sen kalacaksın.”

 

Yaşam mücadelesi ve tarihin acılı yıllarını açıkça gün yüzüne çıkaran Bronz Atlı,  Rus ve Alman savaşını konu alıyor.  II. Dünya savaşının Leningrand’ında açlık, sefalet ve ölümle boğuşan Metanov ailesini konu alan kitapta, o zorlu şartlarda yeşeren masum bir aşk hikâyesini de içerisinde barındırıyor.

Tatyana henüz 16 yaşında Rus’lara özgü sarı saçları, beyaz teni ve yeşil gözleriyle ailesini savaştan korumaya çalışan güçlü, masum bir kızdır.

Alexander herkesten gizlediği geçmişiyle Kızıl orduda asker, aynı anda da Tatyana’nın ablası Daşa’nın yeni erkek arkadaşıdır.

Masum bir bakışla yoldan karşıya geçen Alexander, dondurmasını yiyen sarışın bir kız çocuğunun hayatını nasıl değiştireceğini, aşkın gerçekten var olduğuna nasıl ikna edeceğini bilmiyordur.

Kan ağlayan Leningrand’ın, üstlerinden yağan bombaların, açlıktan ve keskin soğuktan ölen insanların arasında kocaman bir aşk doğacak

Yazar o soğuk, kanlı savaş dönemini çıplak gözlerle bakılıyormuşçasına anlatırken; insanlığın tanık olduğu  zor günleri açıkça dile getiriyor.  Taş üstünde taş kalmazken, şehirler bombalanıp ölüm dört bir yana kusarken, Tatyana çocukluğunu savaşa kurban edecektir.

Tarihi roman türünde Pegasus yayınlarından tekrar çıkan Bronz Atlı, 3’lü serinin ilk kitabı.  Seri Tatyana ve Alexander ve Yaz Bahçesi ile devam etmekte.  Serinin tüm kitaplarını okumama rağmen ilk olması nedeniyle Bronz Atlı benim için ayrı bir yerde. Gerçekçiliği, aşkın henüz masumda kalabildiği, savaşın ve yıkımın toplumlarla insanları nasıl yok ettiğini anlatıyor.

Ölümcül kıtlığı, donduran soğukluğu ve aşkın yakıcı tutkularını bir anda hissedip tadacağınız bu kitapta, eminim benim gibi sizde çok etkileneceksiniz.

 

Monna Rosa - SEZAİ KARAKOÇ 6

Monna Rosa – SEZAİ KARAKOÇ

Monna Rosa - SEZAİ KARAKOÇ 7

Karşılıksız aşkın en güzel dile gelişi olan, platonik duyguların şiirle buluştuğu Monna Rosa ve Sezai Karakaoç.  Mülkiye de gönlünün tek gülüne yazdığı satırlarla kalplerimiz de ayrı bir yer tutan şair, 14 kıtalık şiiriyle büyük sevdasını dışa vurarak edebiyatla itiraf etmiştir.

Diyarbakırlı olan yazar, 1933 doğumludur.  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Maliye ve İktisat mezunudur.  Maliye müfettiş yardımcılığı yaptıktan sonra istifa ederek gazetecilikle alanına yönelmiştir. ikinci Yeni Akımı ile şiirler yazan Sezai Karakoç, mistik ve İslami içeriğe sahip eserleriyle oldukça ses getiren bir yazardır.

İlk şiiri henüz 19 yaşında iken Hisar dergisinde yayınlanmıştır. Monna Rosa şiiri Sezai Karakoç’u tanımamıza vesile olan ilk şiiridir.

3O yıl boyunca Monna Rosa diye bilinen şiirinin Akrostiş olarak yazıldığı fark edilmemiştir. Kıtaların baş harflerinden ise Muazzez Akkaya ismi çıkmaktadır.

 

 

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister.
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
Mona Rosa bugün bende bir hal var.
Yağmur iri iri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
Bende çıkar güneş aydınlığına.
Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
Seni hatırlatır her zaman bana.
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur.
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
Ellerinden belli olur bir kadın,
Denizin dibinde geziyor gibi.
Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine.
Kiminin rengi ak kiminin sarı.
Ah beni vursalar bir kuş yerine.
Akşamları gelir incir kuşları.

Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza.
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kuş tüyüne.
Bir tüy ki can verir gülümsesen,
Bir tüy ki kapalı geceye güne.
Altın bilezikler o kokulu ten.

Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

Uğultulu Tepeler- Emily Bronte 8

Uğultulu Tepeler- Emily Bronte

Uğultulu Tepeler- Emily Bronte 9

İngiliz edebiyatın da kült haline gelmiş Uğultulu Tepeler klasikler arasında girmiş, Emily Bronte’ye ait ilk ve tek kitabıdır.  Yazar ve şair olan Emily Bronte, Charlotte Brontë’nin en küçük kız kardeşidir.  1818-1848 yılları arasında yaşayan yazar, dönemin kadınlara karşı olan tutumuna karşı yazdığı şiirler Ellis Bell mahlasıyla yayınlamıştır.

Uğultulu Tepeleri 1847 yılında üç citlik bir serisinin iki cildi olarak yayınlanan kitabın son cildi kardeşi Anne tarafından yazılan “Agnes Grey” ile tamamlanmıştır.

Dönemin zor şartları ve sağlık problemleri nedeniyle 1848 de tüberkülozdan vefat eden Emily Bronte’nin tek romanı olan Uğultulu Tepeler ablası Charlotte Bronte tarafından düzenlenmiştir.  1850 de düzenlenerek basına hazırlanan ve Emily Bronte adıyla tek bir cilt olarak yayımlanmıştır.

İngiliz Edebiyatı klasiği haline gelen ve Dünya da bir çok okur tarafından beğenilerek okunan Uğultulu Tepeler’den sizler için en güzel altınları derledik.  Yazarın naif, düşsel kurgusuna hayranlık duyacağınız notlar sayesinde kitabı bir kez daha okumak isteyebilirsiniz.

“Hiç kitabınız yok mu?” dedim. “Burada kitap olmadan nasıl yaşıyorsunuz, diye sorabilir miyim? Doğruyu söylemek gerekirse, kitaplarımı elimden alsalar çıldırırım.”

”… o kendisini ne kadar sevdiğimi hiç bilmeyecek; hem onu yakışıklı filan diye sevmiyorum, Nelly; benden daha çok bana benziyor da, onun için seviyorum. Ruhlarımız her neden yoğrulmuşsa, ikimizinki de aynı. Linton’ınki ise, ay ışığının şimşekten, buzun ateşten ayrı olduğu kadar bizimkinden ayrı.’

“Hem sana hem de kibrine bir oda bulundu sonunda bu evde. Şu oda boş, kibrinle birlikte yerleşebilirsin.”

“Ona olan aşkımı ‘asla sözcüklere dökememiştim,’ ama eğer bakışlarında bir dili varsa, dünyanın en aptal insanı bile onun için deli divane olduğumu anlayabilirdi.”

“İnsanı insan yapan, yüzüne güzellik katan ve onu sevdiren tek şey kalbinin temizliğidir. Yoksa hepimiz aynıyız, etten ve kemikten oluşmuş bedenleriz.”

“Birini öldürmek için ne tuhaf bir yöntemdi bu! Catherine tam on sekiz yıl beni boş bir ümit peşinde koşturarak aldatmış, beni santim santim değil, milim milim öldürmüştü!”

Heathcliff’in nasıl bir adam olduğunu ona anlat: ..karaçalılarla, kayalarla kaplı, çorak bir bozkır. Ha sana, ‘Gönlünü ona ver,’ demişim, ha şu minik kanaryayı bir kış günü bahçeye bırakmışım, hepsi bir.

Bunu anlamadığımı sanarak kendini oyalıyorsan, çok budalasın demektir. Tatlı sözlerle teselli bulacağımı sanıyorsan da çok aptalsın demektir. Öcümü almadan acımı içime atacağımı düşünüyorsan, bu inancını kısa zamanda boşa çıkaracağımı da bilmiş ol. 

“Kötü insanları cezalandırmak Tanrının işidir; bize düşen ise onları affetmektir.”

 

Hasretinden Prangalar Eskittim - AHMED ARİF 10

Hasretinden Prangalar Eskittim – AHMED ARİF

Hasretinden Prangalar Eskittim - AHMED ARİF 11

“Ben soyumla değil, ancak halkımla övünebilirim. Halkımdan gayrısını da övgüye layık görmem. Bir de sevgiliyi elbette… İlle de sevgiliyi…” diyen Ahmed Arif’in bir diğer tutkusu da nefes alan şiirleriydi.

Arapça,  Zazaca, Kürtçe dillerini konuşabilen Ahmed Arif, hayatı boyunca adaleti savunmayı seçmiştir. Şiirleri elden ele dolaşmasına rağmen mahcubiyetine sığınan şair, en çok satılan ‘Hasretinden Prangalar eksittim’ adlı kitabın adını ‘Dört yanım Puşt Zulası’ koymak istemiştir.

“Acı çekmek de bir yerde sevda gibidir, her kula nasip olmaz” diyen şair tam iki kez tutuklanmış, hapishanede çileli yıllar doldurmuştur.

Hasretinden Prangalar Eskittim - AHMED ARİF 12

Van’ 1943 de gerçekleşen Muğlalı Katliamında 32 ölü 1 kişinin yaralı olduğu olaya tepki olarak yazdığı “Otuzüç Kurşun” şiir yüzünden işkence görüp tutuklanmıştır.  Bu olay üzerine ise başından geçenleri şu sözlerle anlatmıştır.

“Şu Bahçelievler’de manyağın biri otuz tane tavuğu çalsa, kesse, ertesi gün Ulus gazetesi olayı dört sütun üzerinden verir. Tavuk değil bu yahu 33 tane senin vatandaşın… Hiçbir suçu yok… Tertemiz… Belki hepimizden daha suçsuz… Kimsesizlikten başka suçu yok. Kimsesiz adamlar o kadar…”

“İşte bu “Otuzüç Kurşun” şiiri yüzünden geldiler götürdüler beni… Gece sabaha kadar dövdüler. “Oku” dediler, okumadım. … Dövdükten sonra o tellerden aşağı attılar beni. Orada öylece kalmışım. Sabah çöpçüler gelip buluyorlar. Sokak köpekleri gelip gelip kokladılar beni. Ödüm koptu, ölü sanıp yiyecekler diye…”

Hasretinden Prangalar Eskittim - AHMED ARİF 13

En çok beğenilen, günümüzde halen daha sevilerek okunan şiiri ;

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir
dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana…
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara.
Akan yıldıza.
Bir kibrit çöpüne varana.
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…

Ahmed Arif

Cesedi Kadavra Yapılan Ünlü Yazar Kimdir? 14

Cesedi Kadavra Yapılan Ünlü Yazar Kimdir?

Sahipsiz ve yalnız bir şekilde son nefesini vererek, cesedi kadavra olarak kullanılan ünlü yazarımızı tanıyor musunuz? Cevabınız hayır mı ?

Peki ilk okulda okuduğunuz Kaşağı hikayesini yazarını hatırlıyor musunuz, ya da Türkçülük akımının kurucusu olan yazar desek tanır mısınız?

Cesedi Kadavra Yapılan Ünlü Yazar Kimdir? 15

Türk edebiyatının tarihe geçmiş yazarlarından biri olan Ömer Seyfettin’den bahsettiğimizi anlamışsınızdır.  Kısa ömrüne 10 kitap 125 hikaye sığdıran yazarımız, o devirde şeker hastalığı ve insülin bilinmiyordu.

Rahatsızlığı giderek artan Ömer Seyfettin doktorlarının bol bol portakal, üzüm hoşafı içmesi tembihlerini dinlediğinde giderek kötüleşmiş.

Cesedi Kadavra Yapılan Ünlü Yazar Kimdir? 16

Romatizma teşhisiyle hastaneye düşen yazar, 6 Mart’ta Haydarpaşa Hastanesinde gözlerini hayata kapamıştır.  Hastanede onu tanıyan kimsenin olmayışı ve ailesinden hiç kimsenin bulunmaması nedeniyle cesedi kadavra olarak kullanılmıştır.

Cesedi Kadavra Yapılan Ünlü Yazar Kimdir? 17

Eksi kayıtlardan çıkan fotoğrafta Ömer  Seyfettin’in karnını yaran Sivaslı hademe otopsiden önce oradaki bir çok kişiyle birlikte fotoğraf çekilmiş.  Önlerinde yatan kadavranın ünlü yazar Ömer Seyfettin olduğunu bilmeden otopsisini yapmışlardır.

Türk edebiyatının ölümsüz yazarı şeker hastalığından dönemin tıbbı şartlarından kaynaklı olarak  6 Mart 1920 de hastanede kimsesizler gibi vefat etmiştir.

 

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 18

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar

Satış rakamları bir kitabın ticari yönden kazandırdıklarını belirtse de, buradaki asıl amaç dünya çapında en çok okunan kitapları belirlemek.

Yüzlerce milyon insanın severek okuduğu kitaplar listemize bir göz atın, muhakkak daha önce okuduğunuz bir kitaba rastlayacaksınız.

Listemizin birinciliğini 200 Milyon satışa ulaşan, 1859 basımlı “İki Şehrin Hikayesi ” yer alıyor.

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 19

İkinci sırada 150 Milyon satışı, beyaz perdeye uyarlanan kurgusu ile kitap okumayanların bile ilgisini çeken 1955 basımlı “Yüzüklerin Efendisi” listeye giriyor.

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 20

1943 yılında basım hayatına girip 140 Milyon satış elde edilen, çocuk romanı olarak tasarlansa da yetişkinlerinde oldukça severek okuduğu “Küçük Prens” listemizde üçüncü sırada.

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 21

140,6 satış rakamlarına ulaşan sıradaki kitabımız, 1937 ‘de Yüzüklerin Efendisi yazarı tarafından yazılarak yine kendi adıyla “Hobbit” film olarak epey ses getiren bir kitap.

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 22

Kitabını daha önce görmeseniz dahi mutlaka seri olarak çekilen filmlerinden birini izlediğiniz “Harry Potter ve Felsefe Taşı” 7 kitaplık seride 107 Milyon satılarak dünya çapında hem okunup hem de izlenmiştir.

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 23

İlk 1759-1791 yılları basım tarihine sahip olan “Kızıl Köşkün Rüyası” 100 Milyon satış rakamlarına ulaşarak, birçok ülkeden okunarak kütüphanelere girmiştir.

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 24

Ve listemizin de son olarak 100 Milyonluk satışıyla yer alan “On Küçük Zenci” polisiye türünde en çok satan kitaplardan biri olma özelliğini de taşımaktadır.

Dünya Genelinde Satış Rekoruna Ulaşan Kitaplar 25

ÇALIKUŞU - Reşat Nuri Güntekin 26

ÇALIKUŞU – Reşat Nuri Güntekin

ÇALIKUŞU - Reşat Nuri Güntekin 27

Cumhuriyet dönemi edebiyatı yazarları içerisinde Anadolu’nun güzelliklerini, aşkı en güzel anlatan yazarlardan birisidir Reşat Nuri Güntekin.

25 Kasım 1889 doğumlu olan Reşan Nuri Güntekin, çağdaş Türk edebiyatın önde gelen Çalıkuşu, Anadolu Notları, Yaprak Dökümü gibi bir çok esere imzasını atmıştır.

Yazdığı romanlar hakkında yapılan bir söyleşide “Konu, pek ilkel şekilde aklıma gelir. Hiçbir zaman, hemen derhal bu konunun planını yapıp da yazmaya başladığım vaki değildir. Bulduğum konuyu, zihnimde bir kenara atarım. Onu francala hamuru gibi kendi kendine kabarması için uzun müddet bırakırım. Çok defa aradan birçok senenin geçtiği de olur. Bu müddet zarfında konuda bazı ilaveler yaparım. Bazı kısımlarını atarım, çıkarırım1” demiştir.

Uzun yıllar edebiyat öğretmenliği yaparak Anadolu’yu dolaşan yazar, bu süreçte kazandığı izlenimleri Çalıkuşu adlı romanında bahsederek edebiyatımıza unutulmaz bir eser armağan etmiştir.

1922′ de yazdığı Çalıkuşu romanı, farklı uyarlamalarıyla bir çok kez beyaz perdeye ve televizyona aktarıldı.  Eşsiz bir yapıt olarak edebiyatımızın kült eserlerinden biri olarak kitabı kadar uyarlamaları da oldukça beğenilerek izlenip takip edilmiştir.

Aşkı olduğu gibi en körpe ve taze haliyle bizlere sunan Feride ile Kamran’ın paylaştıkları hayata ortak olmanızı tavsiye ederiz.

Çalıkuşu’nu okumayan, bu muhteşem kitabın etkisinden çıkmayanlar için alıntılar paylaşıyoruz….

ÇALIKUŞU - Reşat Nuri Güntekin 28

 

“Sen kurşunla vurulanları hiç işitmedin mi hemşireciğim? Bazıları vurulduklarının farkında bile olamazlar, üç beş adım koşarlar, kaçıp kurtuluyoruz sanırlar. Yara sıcakken acımaz hemşireciğim.”

Bazen nasihatlerine biraz somurtsam, arzularına karşı kafa tutsam bile neticede daima yelkenleri 
suya indirmek lazım gelir. Niçin? Ne bileyim! İnsan birini sevmek felaketine uğradı mı esir gibi bir şey oluyor.”

“Ne arsız gönlüm var benim? Etrafımdaki insanları ne kadar çabuk seviyorum.”

“O vakit, sadece gözlerim ağlamıştı.Bu gece gönlüm ağlıyor.”

“Hayatın, bir felaketten sonra daima bir saadet verdiğini, o güzel darbımselin söylediği gibi, ayın on beşi karanlıksa, on beşinin mutlaka aydınlık olacağını bilmiyor değilim.”

“İnsan,yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanmış;ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye,kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar,her birinin gönlümüzden kopup ayrılmasıyla,bir ayrı sızı uyandırılırmış. Bunu yazan şair ne kadar haklıymış!”

ÇALIKUŞU - Reşat Nuri Güntekin 29

“Ben başkaları gibi değilim. Çok sevindiğim, mesut olduğum vakit duygularımı sözlerle anlatamam. Mutlaka karşımdakinin boynuna sarılmak, onu öpmek ve hırpalamak isterim.”

“Kamran,ben seni sevmesini senden ayrıldıktan sonra öğrendim.Hatta yaptığım tecrübelerle,başkalarını sevmekle sanma sakın.Gönlümün içindeki derin,hazin,ümitsiz hayalini sevmekle.”

“Hangi ümide sarılsam elimde kalıyor, neyi seversem ölüyor. İşte üç sene evvel bir sonbahar akşamıyla beraber ölen genç kızlık rüyalarım, kendi küçüklerim, sonra Munise, onun arkasından belki kalbimin öksüzlüğünü avuturlar diye ümit ettiğim talebelerim. Yavrularını tehlikede gören bir ana kuş hırçınlığıyla üstlerine titrediğim bu şeyler, sonbahar yaprakları gibi birer birer sararıyor, dökülüyor. Daha yirmi üç yaşıma girmedim; yüzümden, vücudumdan çocukluğun izleri silinmedi; halbuki gönlüm, baştan başa bütün sevdiklerimin ölüleriyle dolu.”

“Ekmeği bölüşür gibi bölüşeceğiz kalbimizi, kederimizi, sevincimizi, umudumuzu… Dememiş miydin?”

“Gitseydin dünya ahiret acım olurdun. Kapanmayan yaram, bitmeyen hikayem olurdun. İyi ki gitmedin.”
Görsellerin ve Göstergelerin hâkimiyetindeki Dil Nedir? 30

Görsellerin ve Göstergelerin hâkimiyetindeki Dil Nedir?

Görsellerin ve Göstergelerin hâkimiyetindeki Dil Nedir? 31

Ludwig Wittgenstein’in de dediği gibi “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.” Dil; çağlardır varlığını sürdürmekte ve gelişmekte olan bir anlaşma sistemidir. Bir çok olguya, toplumsal algıya göre niteliği değişse de kolay kolay yitirilemez.

Ancak sosyal medyanın icadıyla ve kullanımının getirdiği bir çok olumsuz nokta da, dilin kötüye gidişatını göz önünde bulundurmak gerekir. Daha öncesinde değindiğimiz gibi Türkçenin yapısına özen gösterilmeksizin üretilen içerik yazıları, dilimizin değerini düşürdüğü basitleşmesine de katkı sağlamaktadır.

Peki sosyal medyanın bize sunduğu bir diğer interaktivite olan görsel ve göstergelerin, bu kısımda bize sağladığı yarar ve zararlar neler olabilir?

Görsellerin ve Göstergelerin hâkimiyetindeki Dil Nedir? 32

Öncelikle ; Oxford Sözlüğünün 2015 yılında “Emoji” kelimesini yılın kelimesi olarak tespit ettiğini ele alırsak, yakın geçmiş ve şimdiki zamanda sosyal medya görsellerinin ne sıklıkla kullanıldığını belirlemiş oluruz.

Bir kişinin karakter yapısı ve özelliklerini simgeleyen avatarlar, bir diğeri ise duygunun görsel halini alan emojiler sıklıkla paylaşımı yapılan ve içeriklerde karşımıza çıkan sosyal medya görselleridir. Beden diliyle aktarmaya çalıştığımız iletilerin %60’ını karşı tarafa aktarabilirken, emoji ve avatarlarla iletişim kurmaya çalıştığımızda, kısıtlı ve yanlış yorumlara açık duygular iletmekteyiz.

Sosyal medya iletişiminde eksikliğini çektiğimiz noktalardan bir diğeri ise, konuşmalarımıza etki eden göz ifadeleri, ses tonu, jest ve mimik faktörlerinin yokluğudur. Ağ paylaşımlarında emoji ve avatarların karşı tarafa ilettiği konuşma diyalogları dilin tüm özellerini karşılayamadığı gibi konuşma dilindeki yumuşatıcı ve dikte eden vücut dilini de ortadan kaldırmaktadır.

Hızla yayılan ve gelişen bir dünya halini alan sosyal medya mecraları, geliştirdikleri dille yeni bir akım başlattıklarını kabul etmeliyiz. Ne var ki bu dil, birçok ülkeyi birbirine bağlayan mesafeleri sıfırladıkları gibi dildeki toplumsal değerleri de zamanla aşındırmaya itmektedir.

Yeni bir anlaşma biçimi olan emojilerle, dilini bilmediği halk ve ülkeden biriyle duygularını ifade edilmeyi mümkün kılmalarının olumlu bir yanı olduğunu yadsıyamayız. Ancak yılda 20-30 civarında yöresel-bölgesel dilin kaybolduğunu da unutmamak gerekir.

“DİLİNİ KAYBEDEN, HER ŞEYİNİ KAYBEDER”

Alıntısında olduğu gibi, günlük hayatı kolaylaştıran ve olanaklarıyla yeni bir yaşam tarzı sunan sosyal medya, dilimizin kendi içinde yabancılaşmasına neden olmaktadır.

Genel olarak toparlayacak olursak, sosyal medyanın tüm dilleri bir çeşit kısırlaştırarak üremesi ve gelişmesine engel olduğunu söyleyebilir. Elbette ki iletişim kurma potansiyelini kabul ederek olanaklarını ve yararlı bulduğumuz içerik yaratma/gündemi takip etme, eğitim/öğretim/araştırma alanlarını hayatlarımıza dahil etmeyi sürdürmeliyiz.

Ancak sosyal medyayı yanlış kullanarak gelecek nesillere aktaracağımız dile zarar vermeden bunu yapmalıyız. Eğitim kurumlarının özellikle hassasiyet göstermeleri gereken dil bilgisi kuralları, yanlış kullanımlarda ne gibi sorunlara neden olacağı hakkında öğrencilerini bilgilendirme yükümlülüğüne sahip olmalıdır. Çok hızlı bir döngü halini alan sosyal medya mecrasının bu baş döndüren ivmesine, kültür mirası olan diline sahip çıkarak yetişebilmek nihayetinde mümkündür.

Her bakımdan kültür değerlerine saygılı, toplumsal varlıklarının bilincinde bilinçli bir birey olarak, sosyal medyanın kullanımı her açıdan faydalı olabilir. Son olarak eklemek gerekirse; değişim mutlaktır ancak onu kendine adapte edip yontmak ustanın zanaatını gösterir, diyerek noktalayalım…

Stefan Zweing- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu 35

Stefan Zweing- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu

Savaşın ortasında yazılarıyla ayakta kalmaya çalışan, edebiyatın gücüyle yaşama tutunan Stefan Zweing!

Anne tarafından Yahudi olan Stefan Zweing, 1. Dünya savaşının tam ortasında yayımladığı eserleriyle savaşın kederli ve acıklı yüzünü göstermeye çalışmıştır.

Hitlerin Nasyonel Sosyalizm akımı giderek ülkede yayılmaya başladığında, meydan yerinde kitapları yakılan Stefan Zweing için sürgün hayatının kapısı da aralandı.

Stefan Zweing- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu 37

Zweing’i edebiyattan ve yaşama azminden uzaklaştıran savaşın karanlık rengi olurken, pasaportuna vurulan Yabancı Düşman damgası direnişini tüketerek eşiyle intiharı seçmesine neden olmuştur.

Kendi kararıyla Nazilerin zulmünden ve kan akıtan akımlarından kurtulan Stefan Zweing dan geriye, insanlığa yönünü göstermeye çalıştığı eserleri kaldı.

Kısacık sayfalara ömürlük duyguları sığdırabilen Zweing, en bilindik ve beğenilen eserlerinden biri olan Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu ile aşka farklı bir bakış açısı ile dokunmuştur.

Daha önce okumayanlar için Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’ndan alıntıları sizlerle paylaşıyoruz…

Senden uzaktayken mutlu, halimden memnun yaşamak istemiyordum, kendi kendimi acılardan ve yalnızlıktan oluşma, karanlık bir dünyaya gömmüştüm.


Belki tanıdıklar da gelecek ve çelenkler getirecekler,fakat bir tabutun üstündeki çiçeklerin ne anlamı olabilir ki?Beni teselli edecekler ve birtakım sözcükler söyleyecekler, sözcükler, sözcükler; fakat ne yardımı dokunabilir ki sözcüklerin bana? Biliyorum,ondan sonra yine yalnız olacağım.Ve insanlar arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.

Sadece seninle konuşmak istiyorum. 
İlk defa her şeyi sana söyleyeceğim. Bütün 
hayatımı bilmelisin, her zaman senin olan 
ama senin asla bilmediğin hayatımı… Fakat sırrımı ben öldüğümde, artık bana cevap vermek zorunda olmadığında, uzuvlarımı ateşle sarsmakta olan şey gerçekten nihayete erdiğinde öğrenmelisin. Eğer yaşamaya devam etmek zorunda kalırsam, bu mektubu yırtacağım ve her zaman sustuğum gibi susmaya devam edeceğim. Mektup ellerindeyse şayet, artık ölmüş olan bir kadının sana, ilk dakikasından son nefesine kadar hayatını anlattığını bil. Sözlerim seni korkutmasın; ölü bir kadın artık hiçbir şey istemez, ne aşk ne merhamet ne de teselli. Senden sadece bir tek şey istiyorum: Burada sana sığınmakta olan acımın söylemiş olduğu her şeye inanman. Söylediğim her şeye inan, senden sadece bunu istiyorum. Hiç kimse biricik yavrusunun ölüm saatinde yalan söylemez !

Senden önce sadece kasvet dolu, hafızamın derinlerden çıkaramadığı bir karışıklık vardı; bir nevi, toz tutmuş, örümcek ağlarıyla sarılmış, karanlık nesnelerle ve insanlarla dolu bir mahzen…

Şimdi artık benim için yalnız sen varsın dünyada, yalnızca sen, benimle ilgili hiçbir şey bilmeyen sen, bu arada hiçbir şeyden haberi olmayanı oynayan veya her şeyi ve herkesi alaya alan sen. Evet, yalnızca sen, beni asla tanımamış olan ve hep sevdiğim sen.

Sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?