Kategori arşivi: Edebiyat

Papatyaları Ezmeden Yürümek 1

Papatyaları Ezmeden Yürümek

Sosyal bir varlık olan insan için yalnızlık kaldırmakta zorlandığı bir yüktür.  Anne rahminde yalnızlığı tatmasına rağmen yaşam içerisinde buna katlanacak gücü kendinde bulamaz.  Bu sebeptendir ki sevgi anlayışı demoralize olmuş, hak etmediği aşklarda ve ilişkilerde çürümüştür.

Aman dileten kişilerde cansız bir çiçeği yeniden yeşerte bilme umuduna kapılıp gitmiştir.  Gerçek bir sevginin yaralamadığını, iyileştirme gücüne sahip olduğunu bilemez.  Yalnızlık korkusu öyle büyük raddelere ulaşmıştır ki, suistimal edilen kalbine acı duyamaz.

İnsan ve dahi bir çok canlı şunu bilmelidir ki; yara aldığın yerde iyileşme umudu yoktur.  Yürürken papatyaları ezmeye sakınmayan biri naif yüreğinize sevginin eliyle dokunamaz.  Bencilliğin önderliğinde narsist kişiliğe sahip kimseler sizi yormakla kalmaz, dünyaya olan inancınızı zedelerler.  Sizi bir hamur gibi şekillendirip kendi istedikleri kıvama sokarlarken, bunu sizin talep ettiğinizi ve kendi katkılarının dokunmadığını söyler.

Karanlık bir tünelde kaybolduğunuzu düşünüp çıkışını bir türlü bulamadığınız bir kısır döngüye de kilitlenip kalırsınız.  Sevilmek mi yoksa tek başına kalmak mı sorusu zihninizde yankılanır ancak iki sorunun cevabı da canınızı acıtacak niteliktedir.

Fakat şunu bilmelisiniz ki her an sizi yakacak olan ateşe yaklaşmaktansa uzaklaşıp yaranıza merhem sürmek daha evladır.  Sonunda yaralarınız acıya acıya iyileşirken gelecekte sizi yakacak olan ateşleri çok uzaktan tanıma ve uzaklaşma şansına sahip olursunuz.  İnsan düştüğü kuyuya bir kez daha düşmekte ısrarcı olmaz.

Yalnız başınıza yürüdüğünüz yollarda papatyaları ezmeden yürüyebilir, göğsünüz daralamadan beyaz bulutlara selam verebilirsiniz…

Bana beni sevdiğini bir kez bile söylemedin 2

Bana beni sevdiğini bir kez bile söylemedin

Unuttun mu beni?

Ansızın, hiç beklemediğin bir anda aklına düşüyor mu sana bakışım, içinde bir yerde bana ait bir ize rastlıyor musun? Sana sormak istediğim o kadar çok soru birikti ki dilimin ucunda.  Ne cevap vereceğini merak ettiğimden değil, bir kez daha sesini duyabilmek için bu çırpınışım. Ama en basitinden ‘nasılsın, hayat nasıl gidiyor’ diye bile soramam sana.  Yüzünü görmek bir yana, kuru bir mesajını bile okuyamam.

İki medeni insanın gerçekleştirebileceği soğuk bir selamlaşmayı bile paylaşamayız.  Sana dair elimde kalan ismin ve bir resmin.  Yan yana olduğumuz fotoğraflar çoktan silindi, ikimizde o güzel anlara çoktan kıydık.  Başta gururuma sarılıp yok ettim onları, sonrasında böyle içimin yanacağını bildiğimden tutmaya dayanamadım.  Yanak yanağa duran o mutlu halimize bir daha ulaşamayacağımızı kesinkes bilirken, tekrar tekrar bakabilir miydim?

Başlarda çok zor oldu. İnan bana aklımı kaybediyorum sandım, kalbimin neşterle kesildiğini hissettiren sancılar saplanıyordu. Zihnimde sürekli ‘bir daha kimse beni bu kadar sevemez’ sözcüğü yankılanıyordu.  ‘Hayatta beni seven tek kişiyi kaybettim’ derken ruhum bedenimde titriyordu.

Sana hem teşekkür borçluyum hem de çok kızgınım. Birini gerçekten sevmenin mümkün olacağını öğrettin bana.  Kusur aramaksızın, tüm varlığının bilincine vararak onu sevmenin ne güzel şey olduğunu. Küskünlüğüm, kızgınlığım ayrılışımızdaki basitliğe değil. Hiç olmamışsın, hiç tanışmamış, ellerimiz birleşmemiş, bir zamanlar uçurum gibi gelen kilometreleri aşıp birleşmemişiz gibi yok olman.

Seni, sana ait izleri bulabileceğim bir imkan bırakmadın bana.  Halini hatırını soramam, uzaktan izleyemem, tek bir fotoğrafına bile bakamam. Yaşayıp yaşamadığını, hayatındaki zorlukları aşıp aşamadığını bile öğrenemem.  Sana uzaktan bakma ihtimalimi bile elimden aldığını kimselere söyleyemem.  Seni hala sevdiğimi, unutmadığımı unutamayacağımı sadece kendime itiraf edebilirim.

Ayrılışımızdaki bu hazin son bir tek benim canımı yakıyor.  Şimdiler de beni sevip sevmediğinden emin olamıyorum. Zaman geçtikçe ikileme düşüyor, o güzel günlerde bana vermiş olduğun aşkın gerçekliğinden şüphe ediyorum.  Aramızdakinin aşk olmadığını söylediğin o tatlı oyunun ciddi olduğunu fark ediyorum.

Sorardım sana ‘bana aşık mısın’ diye, evet derdin.  Yine sorardım ‘benden hoşlanıyor musun’ evet derdin.  Bir kez daha sorardım sana ‘beni seviyor musun’ hiç evet demedin.  Bana beni sevdiğini bir kez bile söylemedin.  Oysa yalandan ‘evet’ demene bile razıydım.  O kadar açtım ki beni sevmene,

Allah şahit özlemiyorum seni, özlemeyeceğim. Ama hep merak edecek, aklımın bir köşesinde mutlu musun diye soracağım…

 

  • Semra Şenol

 

Dilim Meşk, Gönlüm Aşk İle 3

Dilim Meşk, Gönlüm Aşk İle

Ucu ucuna yaşadığım hayatın meşakkatli yollarından Selamlar olsun.

Ey Can’ım, suyun berraklığı, göğün ışıyan yüzü aydınlatsın içini.

Güçlü durmayı bir borç bildiğin yaşam telaşında huzur iç sesin olsun.

Dünya zor imtihandır, alnımızın akı için eğmeyelim başımızı.

Yüreğimizi kirden yoksun tutalım, dağına taşına saygı duyalım.

Dilimizi meşk, gönlümüzü aşk ile dolduralım.

Karanlığa inat aydınlığı, kötülüğe nispet iyiliği seçelim.

İçimizdeki insan sevgini unutmadan, soluğumuzun kadrini bilelim.

Müstehakımız mutluluk olacaktır, sakın sapmayasın.

Ey Can’ım gönlünü riyakar edene indirme.

Her elini tutanı dost edinme, her sözü olduğu gibi kabullenip tekrar etme.

Dilini meşkle, gönlünü aşk ile eyle…

  • Semra Şenol

Ben Sevmeye Yeltenmiş, Sen Öldürmeye Azmetmiş 4

Ben Sevmeye Yeltenmiş, Sen Öldürmeye Azmetmiş

Ölümsüzlüğün ıstırabından kurtulabileceğini sanıyordun, ne oldu? Sahi kırıldı mı umarsızca açtığın kanatların.  Vahim bir hikayen vardı kendince, içinde çok acılar biriktirmiştin.  Dalgalanan sonra da durulan bir denize benzetiyordun ruhunu.

Dünyanın kirine doymuştun, bir kadını incitemeyecek kadar adam gibi adamdın.  Yancılarının kalabalık övgülerine kulak astığını fark etmedin.  Kabaran gururun senden bir adım öndeydi hep, başına gelen kötülüklerin sorumlusu asla sen değildin.

Sevgiye açım deyip bir kadını en güzel düşünden vurabilirdin.  Ki öyle de yaptın! Ben sevmeye yeltenmiş, sen öldürmeye azmetmiştin.  Yeri geldiğinde kendini bir aslanla benzeştirebilecek kadar kibir doluydun.  Fakat içindeki süt dökmüş kediyi ne zaman unuttun?

Boş bir kaptan öteye gitmeyen sığlığını cazip bedenlerde avutmayı başarı bildin. Ten teni sardıkça yüceleceğini uman, toyluğunu hazların kapısında büyüten bir aptaldın.  Alınma, seni yakından tanımış her kadının dürüstçe söyleyebileceği gibi boş maneviyatın ancak lafügüzaf doluydu.

Başını dik tutma çabanı gördüm, aklına sahip çıkabilen ancak mental yalnızlığının bir çıkarımıydı.  Maddi gücünle aldığın mükafatlara çokça sarılıp, her aldatışta temiz olduğunu iddia edecek kadar deliydin.

Zorla sığındığın yatağı muharebe alanına çevirmeseydin, savaş sanatına mecbur kalmazdın. İyi bir komutan olma gayesindeyken, zevkin uğruna askerini feda eden korkak bir casusa dönüştün.

Tüm söylediklerimi küfre bağlama, aklı yerinde her kadının seni tanıdıktan sonra sarf edeceği iltifatları birleştirdiğimi gör.  Hak vermezsen eğer, empatini al ve çöpe at çünkü hala kullanmayı bilmiyor gibisin…

 

  • Semra Şenol

 

Aşık Edebiyatı ve Özellikleri 5

Aşık Edebiyatı ve Özellikleri

İslam’ın kabulünden önce aşıkların hece vezniyle yazdıkları şiirleri saz çalarak yurdun dört bir yanını söylemeleri Aşık Edebiyatını oluşturmuştur.  Sade bir kullanan aşıklar, Anadolu, Rumeli ve Azerbaycan’a kadar yayılmış manzum eserlerini 500 yıldan fazla icra etmişlerdir. 15. yüzyılda ortaya çıkarak günümüze kadar gelen Aşık edebiyatı, geniş halk tabakalarının kültürünü, sıcaklığını ve duygularını içerir.

İslam’ın kabulünden önce sazıyla şiirlerini icra eden şairlere ozan, baksı, kam adı verilirken, İslam’dan sonra saz şairi ve aşık denilmiştir. Din dışı ögeleri maneviyatında barındıran Aşık Edebiyatı şiirden oluşur ve uzun bir süre Halk edebiyatı olarak incelenmiştir.  Bir çeşit zümre edebiyatı olarak görülen aşık edebiyatı II. Meşrutiyet’ten sonra daha fazla ilgi görmeye başlamıştır.

Sözlü-besteli edebiyat türü olan Aşık Edebiyatında aşıklar usta-çırak ilişkisiyle yetiştirilirdi. Aşık denilen şairler sazın yanında kopuz,cura, tambur ve bağlama gibi enstrümanlardan en az birini çalardı.  Saz çalmada şiir yazmada ehli olan aşıklar, çıraklı dönemlerinde ustalarından sözlü edebiyatın tüm inceliklerini öğrenirlerdi.

Saz şairliğini gönülden gelen istekle icra eden aşıklar, Aşık edebiyatını insanların en çok vakit geçirdiği kahvehane, kervansaraylarda, asker ocaklarında, tekke ve konaklarda dinleyicilerine sunmuşlardır. Usta bir saz şairi bilgeliğinizi, söz söylemedeki maharetlerini karşılıklı atışmalarda kanıtlayarak becerilerini halka sunarlardı.

Aşık Edebiyatı ve Özellikleri 6

Günümüzde Anadolu’da devam aşıklık geleneği, köklü bir geçmişe ve milli geleneğe dayanmaktadır. Aşık edebiyatını icra eden en önemli temsilcileri;

  • Köroğlu,
  • Kul Mehmet,
  • Aşık Kerem,
  • Karacaoğlan,
  • Kayıkçı Kul Mustafa,
  • Aşık Ömer,
  • Kuloğlu,
  • Ercişli Emrah,
  • Gevheri,
  • Dertli,
  • Dadaloğku,
  • Erzurumlu Emrah,
  • Bayburtlu Zihni,
  • Seyrani,
  • Ruhsati,
  • Aşık Veysel,
  • Aşık Murat Çobanoğlu,
  • Aşık Reyhanî,
  • Aşık Şeref Taşlıova
İlahi Komedya - Dante Alighieri 7

İlahi Komedya – Dante Alighieri

İtalyan ozan ve siyasetçi Dante Alighieri, dünya edebiyatının en önemli eserlerinde biri olan İlahi Komedya’nın yazarıdır. Ahirete yolculuğu konu olan eser Cehennem, Araf, Cennet olmak üzere üç ciltten oluşmaktadır.  Cennete gitmek için Cehennemden geçilmesi gerektiğini savunan eser, günümüzde dahi en çok okunan kitaplar arasında yer almaktadır.

Modern Avrupa ve İtalya için kült bir eser ülkemizde de sevilen kitaplardan biridir.

İlahi Komedya - Dante Alighieri 8

İlahi Komedya Alıntılar

Çok ağırbaşlı olun davranışlarınızda!
Her yelde savrulan bir tüy olmayın,
ve yıkanmaya kalkmayın her suda…

*

Özgürlüğü arıyor o, özgürlüğün değerini uğrunda can verenler bilir en iyi.

*

Felsefenin birçok bölümü, doğanın gidişini Tanrı’nın aklına, sanatına göre ayarladığını öğretir anlayanlara.

*

Ey ulu bilge, gökyüzünde,
yeryüzünde, yerin dibinde
dağıttığın adalet nasıl da yerinde…
*
…hiç sanmayın ki, her su insanı yıkayıp temizler.
*
“Günahlarım korkunçtu;
ama sonsuz bağışlayıcının kolları uzundu,
başvuran herkesi bağrına basıyordu.”
*
“Günahlarım korkunçtu;
ama sonsuz bağışlayıcının kolları uzundu,
başvuran herkesi bağrına basıyordu.”
*
Adem’in Cennet’ten kovulmasının nedeni yasak meyveyi yemesi değil, bu meyveyi yemekle Tanrı’nın insan için koymuş olduğu sınırı bilinçli olarak aşmasıydı.

 

Nazım Hikmet'in Atatürk'e bizzat yazdığı 'Suçsuzum' mektubu 9

Nazım Hikmet’in Atatürk’e bizzat yazdığı ‘Suçsuzum’ mektubu

Romantik devrimci olarak anılan Türk şairi,romancı, anı yazarı, oyun yazarı Nazım Hikmet, ülkemizde serbest nazımın ilk uygulayıcısıdır. Çağdaş Türk Şiirinin ölümsüz kahramanlarından biri olan Nazım, siyasi inançları yüzünden gençliğinin büyük bir çoğunluğunu tutuklu olarak geçirmiştir. Yazıları ve şiirleri yüzünden defalarca yargılanan ve beraat eden Nazım Hikmet, 1938 yılında orduyu ve donanmayı isyana teşvik suçuyla 28 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Suçsuz olduğunu defalarca haykıran Nazım Hikmet, Bursa cezaevlerinde 12 yıl kaldı.  Adalet arayan, bıkıp usanmadan suçsuz olduğunu, askeri isyana teşvik etmediğini söyleyen Nazım, son çare olarak Atatürk’e mektup yazmıştır.

18 Ağustos 1938 tarihinde bizzat kendi el yazısıyla kaleme aldığı ‘Suçsuzum’ mektubu ne yazı ki o dönem hastalığın pençesinde olan Atatürk’ün eline bilinmeyen nedenlerle geçmez. Yıllar sonra Cumhurbaşkanlığı Arşiv’inden çıkan Nazım Hikmet’in mektubunda ise şunlar yazılıdır;

 

“Cumhur Reisi Atatürk’ün Yüksek Katına

Türk Ordusunu ‘isyana teşvik’ ettiğim iddiasıyla 15 yıl ağır hapis cezası giydim. Şimdi de Türk Donanmasını ‘isyana’ teşvik etmekle töhmetlendiriliyorum. Türk inkılabına ve senin adına and içerim ki suçsuzum.

Askeri isyana teşvik etmedim…

Deli, serseri, mürteci, satılmış, inkılap ve yurt haini değilim ki bunu bir an olsun düşünebileyim. Askeri isyana teşvik etmedim. Senin eserine ve sana, aziz olan Türk dilinin inanmış bir şairiyim. Sırtıma yüklenen ve yükletilebilecek hapis yıllarını taşıyabilecek kadar sabırlı olabilirim. Büyük işlerinin arasında seni bir Türk şairinin felaketi ile alakalandırmak istemezdim. Bağışla beni. Seni bir an kendimle meşgul ettimse, alnıma vurulmak istenen bu ‘inkılap askerini isyana teşvik’ damgasının ancak senin ellerinle silinebileceğine inandığımdandır.

Başvurabileceğim en inkılapçı baş sensin. Kemalizm’den ve senden adalet istiyorum. Türk inkılabına ve senin başına and içerim ki suçsuzum.”

Kadınlarımıza, Kadınlarınıza Dokunmayın! 10

Kadınlarımıza, Kadınlarınıza Dokunmayın!

Erişkin dişi insan olarak lügat da yer bulan kadın aynı zamanda bir ana, sevgili, yaren ve kız çocuğudur. Ataerkil toplumlarda göz ardı edilen kadınlarımız adına yazıyorum, kadınlarımıza dokunmayın. Üçüncü sayfa haberlerinde çarşaf çarşaf okuduğumuz kadına cinayet, kadına şiddet haberlerinizden bıkmadınız mı?

Siz beyler, kanatlarınızın altında tutamadığınız kadına dokunmayın. Size sevgi, yuva ve evlat veren can yoldaşlarınızı kalbinizde tutamıyorsanız bir zahmet sevmeyin. Sevmek öldürmek değildir, bırakın artık ya benimsin ya kara toprağın safsatalarını.

Dışarıda külhan beyi, dört duvarın içinde sinmiş aczinizi kadınlarınızın üzerinden çıkarmayın. İnsan yaradılışında sevgiyi barındırır, sevdiğine zarar vermek caniliğin tezahürüdür. Evinize, gönlünüze neşe veren gülü soldurmak adamlığa yakışır mı?

Her şeyden öte namus adını taktığınız liyakat sadece kadınlara mahsus bir erdem değildir. Nicedir devam eden gereksiz erkek gururunuzu okşayan hovarda, çapkınlık hikayelerinizle övünürken kadına vakfettiğiniz namus iki yüzlük değilde nedir?

Bir kadını sevemiyor, kendi acizliğinden ve nefretinden koruyamıyorsan bir zahmet sevme kardeşim. Ne can almaya ne de namus bekçiliği yapma hakkına sahipsin.

Kadına kalkan eline, mücrim diline söz geçiremiyor sevmekten çok zarar veriyorsan uzak dur, başka ihsan istemeyiz!

  • Semra Şenol
SEVGİMİ, SEVECEKLERİMİ TÜKETTİM KARDEŞİM 11

SEVGİMİ, SEVECEKLERİMİ TÜKETTİM KARDEŞİM

Eskiden, çok eskiden insan mutluluğun peşinden koşmaktan utanmazdı. Kendilerine ve sevdikleri insanlara bahşedilecek mutlulukları dört gözle bekler, beklemenin verdiği azim ile sabır ederlerdir.  Elbet zaman değişti fırtınalar koptu, depremler yer kubbeyi inletti, teknoloji duyguların ve emeğin yerine geçti.  Dolayısıyla bizde değiştik dostum, küçücük sevgilerle inşa ettiğimiz evlerimizi yıkıp on beş katı binalar diktik.

Hep bir aradaydık ama uzaktık birbirimize. Bir metre uzaklığındaki kapı komşumuzun evinde çıkan tartışmayı, kavgaları kağıt kadar ince duvarlardan dinledik.  Avucumuzun içi kadar telefon ekranından dünyayı görmeye çalıştık.  Nitekim yapay görseller zihnimizi bulandırdı kardeşim, yeri geldi korkan ruhumuzu patavatsız sanal canavarlara dönüştürdük.  Amacı eğlence olan topluluklarda atıp tutan, ahkam kesen dingillerden olup yapmadan yıkmayı seçtik.  Ölümüne eleştirdik, yorum yaparken önünü arkasını düşünmedik.  Öyle ki olay ve tercihlerden çok kişinin şahsına sivrilen azı dişlerimizi geçirdik.

Yargılamıyorum dostum, nasıl böyle bir saygısızlık yapabilirim ki? Neyime güvenip önüne, aç kurtların ortasına atayım kendimi. Okuduğum kitaplarda dürüst insan modelinin tanımını yapıyorlar, lakin şu yüzyılda kayırmayan, ötelemeyen, can yakmayan insan görmedim kardeşim.

İnsan ne zaman yozlaştı sorusuna ancak şu sözlerle karşılık verebilirim.  İnsan empatiyi unutup, kitaplardan aldığı zevki yarıda bırakıp, yardım elini cebine soktuğunda yozlaştı dostum. Kendimi ayrı tutma gafletine düşmeyeceğim, çağın gerektirdiğine uymadan edemedim.  Ayrık otu gibi kendimi kendi özüme çekemedim, mecburi farz edip aralarına karıştım. Sürüsünü terk edemeyen bir koyundan farkım yoktu, toplu bir şekilde uçurumun kıyısına sürüklensek de bağırma dürtümü içimde bulamadım.  Utanıyordum kardeşim, ötekilenmekten, yaftalardan ve dahası dışlanıp görünmezlik içkisinden içen kişi olmaktan.

Dürüstlüğünü kaybeden insan olmaktan utanmadım dostum, fakat yok sayılmaktan korktum.  Bu da çağın insanına evrildiğimin en güzel kanıtı.  Doğrusunu bildiğim halde doğru kişi olmaktan çekinti duydum. Zararımı bilerek kabullendim, mutluluğu aramayı bırakıp ruhuma eziyet etmeyi seçtim.

Sevgimi, seveceklerimi tükettim kardeşim…

 

Semra Şenol

Nietzsche Ağladığında - IRVİN D. YALOM 12

Nietzsche Ağladığında – IRVİN D. YALOM

Irvin D. Yalom, 1931 Washington DC doğumlu Rus-Yahudi kökenli Amerikalı psikanalist, psikiyatrist, psikoterapisttir. Alanı üzerine bilimsel kitaplar ve romanlar yazan yazar ayrıca varoloşçu psikoterapinin yaşan en önemli temsilcilerinden biridir. Sigmund Freud – Psikoterapi 2009 ödülüne layık görülmüştür. Alan kitapları öğrencilerin eğitiminde ders kitabı olarak kullanılmış, romanları ise birçok dile çevrilmiştir. Eserlerinde daha çok felsefe ve psikanalist metaforlar kullanan Yalom’un Nietzsche Ağladığında romanı 2007 yılında beyaz perdeye aktarılmıştır.

Nietzsche Ağladığında - IRVİN D. YALOM 13

Nietzsche Ağladığında

Ümitsizlere ilaç, ruhlara doktor yoktur.

*

Benim ‘yaşama amacım’ bundan…” diyerek başparmağıyla gövdesini gösterip devam etti, “bu sefil canlı hücrelerden tamamen ayrı. Yaşamımın bir niçini var, nasılına da tahammül gösterecek güce sahibim. On yıllık bir yaşam amaçlıyorum, bir misyonum var. Burada,” derken başını gösteriyordu, “kitaplara, neredeyse bitmiş, yalnızca yazılması kalmış kitaplara gebeyim. Bazen baş ağrılarımın, beynimdeki doğum sancılan olduğunu düşünüyorum.

*

Bize gereken duygudaşlık değil, kendi duygularımıza hükmedecek gücü tekrar kazanmamızdır.

*

Düşünceler duygularımızın gölgesidir; ama her zaman daha karanlık, daha boş ve daha sade.

*

Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.

*

Çektiğim işkenceyi, uykusuz gecelerimi, intiharla flört etmemi kim anlayabilirdi?

*

“Tek ödevin kendin olmaktır. güçlü ol yoksa büyümek için başkalarını kullanmak zorunda kalırsın.”

*

Bir insanın kendine karşı en büyük ödevi hakikati keşfetmektir

*

Yaşamımın bir niçini var, nasılına da tahammül gösterecek güce sahibim.