Bir Arada Yaşamadan Çatışmaya: İsrail-Filistin İlişkilerinin Evrimi


Bir Arada Yaşamadan Çatışmaya: İsrail-Filistin İlişkilerinin Evrimi

İsrail-Filistin çatışması, modern tarihin en kalıcı ve karmaşık jeopolitik anlaşmazlıklarından biridir. Bu, her iki tarafın da aynı toprak üzerinde tarihi ve dini hak iddia ettiği toprak, kimlik ve kendi kaderini tayin etme mücadelesinden kaynaklanan bir çatışmadır. İsrail-Filistin ilişkilerinin gelişimi, Siyonist hareketin Filistin’de bir Yahudi vatanı kurulmasını savunmaya başladığı 20. yüzyılın başlarına kadar uzanabilir.

Filistin’de Yahudilerle Arapların bir arada yaşaması ve işbirliği, 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasından önce de mevcuttu. 19. yüzyılın sonlarında, Avrupa’daki zulümden kaçmak isteyen Yahudi göçmenler Filistin’e yerleşmeye başladı. Başlangıçta, Yahudi göçmenler ve yerel Arap nüfusu barış içinde bir arada yaşadılar; her iki topluluk da ekonomik faaliyetlere ve kültürel alışverişe katıldı. Ancak Siyonist hareket ivme kazandıkça ve Filistin’e daha fazla Yahudi göçmen geldikçe gerilimler artmaya başladı.

İngiliz hükümeti, 1917 Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt kurulmasına destek verdiğini ifade etti. Arap nüfusu topraklarını ve egemenliklerini kaybetmekten korktuğu için bu bildiri Yahudiler ve Araplar arasındaki gerilimi daha da artırdı. Takip eden yıllarda iki toplum arasında artan düşmanlığa ve ara sıra şiddet olaylarına tanık olundu.

Filistin’in ayrı Yahudi ve Arap devletlerine bölünmesini öneren Birleşmiş Milletler’in 1947’deki bölme planı çatışmayı daha da kötüleştirdi. Yahudi liderler planı kabul ederken, Arap liderler Arap çoğunluğun haklarını ihlal ettiğini ileri sürerek planı reddetti. 1948’de İsrail Devleti’nin ilanı, komşu Arap devletlerinin Yahudi devletinin kurulmasını engellemek amacıyla askeri müdahalede bulunmasıyla çatışmada bir dönüm noktası oldu. Bunun sonucunda ortaya çıkan Arap-İsrail Savaşı, Filistinli Arapların evlerinden göçüne yol açtı ve bugüne kadar hala devam eden bir mülteci krizi yarattı.

Sonraki yıllarda bir dizi savaş ve çatışmayı çözmeye yönelik diplomatik çabalar görüldü. 1967 Altı Gün Savaşı, İsrail’in devam eden anlaşmazlığın merkezinde yer alan Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs’ü işgal etmesiyle sonuçlandı. Bu bölgelerin işgali Filistin milliyetçiliğini ve İsrail yönetimine karşı direnişi daha da alevlendirdi.

1990’lardaki Oslo Anlaşmaları gibi barışa yönelik çabalar, çatışmanın çözümü için umut verdi. Ancak üzerinde mutabakata varılan şartların uygulanmaması ve işgal altındaki topraklarda İsrail yerleşimlerinin genişlemeye devam etmesi, iki taraf arasındaki güvensizliği derinleştirdi. Müzakerelerin bozulması ve 2000 yılındaki İkinci İntifada gibi şiddetli ayaklanmaların patlak vermesi, barışa yönelik kaydedilen her türlü ilerlemeyi daha da aşındırdı.

Bugün İsrail-Filistin ilişkileri şiddet, güvensizlik ve siyasi çıkmaz döngüsüne saplanmış durumda. Batı Şeria’da İsrail yerleşimlerinin inşası, iki devletli çözüme yönelik çabaları karmaşıklaştırmaya devam ediyor, zira bu durum, bitişik bir Filistin devletinin yaşayabilirliğine zarar veriyor. Hamas’ın kontrolü altında 2007’den bu yana devam eden Gazze Şeridi’nde devam eden abluka, büyük bir insani krize yol açtı.

Çatışma döngüsünü kırmak için kapsamlı ve adil bir çözüm, söz konusu temel sorunları ele almalıdır. Bu, gelecekteki bir Filistin devletinin sınırlarının belirlenmesini, Kudüs’ün statüsünün çözümlenmesini, Filistinli mülteciler sorununun ele alınmasını ve hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin güvenliğinin sağlanmasını içermektedir. Orta Doğu Dörtlüsü ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası çabalar, müzakerelerin kolaylaştırılmasında ve sürdürülebilir bir barış anlaşması için çerçeve sağlanmasında önemli bir rol oynamalıdır.

İsrail-Filistin ilişkilerinin birlikte yaşamadan çatışmaya doğru evrimi, çatışmanın köklü karmaşıklığının altını çiziyor. Adil ve kalıcı bir çözümün siyasi irade, uzlaşma ve ilgili tüm tarafların barışa yönelik gerçek kararlılığını gerektirdiğini hatırlatır. İsrailliler ve Filistinliler, yalnızca diyalog, anlayış ve birbirlerinin haklarının tanınması yoluyla, ilişkilerini çok uzun süredir belirleyen şiddet ve acı döngüsünün yerini barışçıl bir arada yaşamanın aldığı bir geleceğe ulaşmayı umut edebilirler.