Kategori arşivi: Edebiyat

Biliyorum Bu Yara Hiç Kapanmayacak - Cezmi Ersöz 1

Biliyorum Bu Yara Hiç Kapanmayacak – Cezmi Ersöz

1959 İstanbul doğumlu Türk yazarı ve şairi Cezmi Ersöz, İstanbul Siyasi Bilimler Fakültesinden Kamu Yönetimi bölümü mezunudur.  İlk defa edebiyat dünyasına şiirleri ve yaptığı eleştirilerle dahil olan Cezmi Ersöz, reklam yazarlığı ve gazetecilik de yapmıştır.

Eserlerinde günlük zorundalıkları ve hayatı sorgulayan Ersöz mekankoli ve karamsarlığın baskın olduğu bir üsluba sahiptir. Leman ve Deli dergisinde yazdığı öykü ve şiirleriyle tanınmıştır, ayrıca bir roman tarzında verdiği eserlerde bulunmaktadır…

Telefonlarıma cevap vermeyeceksin…Cevap versen bile, öyle yorgun öyle
isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi…

Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin…
Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma
atlar gibi sevdalanışımdan…
Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın…
Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe
uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın…
Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.Sana
acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür
gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep.
Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan…
Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini
sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı
çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz
çözüldüm…
Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini
bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir
telaşla söylersin…
Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini
hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin
kendini tutamazsın.
Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da
batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek…
Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bile isteye kendi
mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi.
Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş
gibi…
Bir tür gurur muydu bu?
Birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi
ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu
hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı?
Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün.Tam karşımda
oturuyordu.gencecik, yakışıklı bir çocuktu.Şizofren olduğunu
biliyordu.Biliyordu iyileşemiyeceğini…İki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra
avucunu açıyor; Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı
diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu…
Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı…
Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben.Görgü kitabı
masanın üstünde dururdu hep.
Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak..çorba
nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı…Balık nasıl yenir? Peçete nasıl
katlanır…Sinemada nasıl oturulur…
Ben de eskiden senin gibi saftım.İnanırdım bu dünyada bile şölenler
olacağına…Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk
yaşayabilirler diye inanırdım…O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen
inanırdım…
Önce dilediğim gibi başlardı herşey.Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi…Sonra
birden hiç beklenmedik bişey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı…İçerden, arka
odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; bıktım artık, bıktım, usandım
hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık! …
Ben de senin gibi saftım o zamanlar…Gidilecek neresi var dı ki derdim…İşte
hep birlikteyiz…Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? …
Sonraları çok sonraları anladım.Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir
araya gelmişiz tesadüften de öte…Biz…bizim aile, herkes, aslında hiç
istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz…
Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız.
Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! …
Evet cok geç anladım…
Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası
özlerken, aslında herkes…annem, babam, kardeşim o evden uzaklara, hiç dönmemek
üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş…
Dünyanın en mutsuz otogarı…Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim
evimiz…Yıllarca uzaklara, cok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin
sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz…
İşte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip
bağlanmak.Uzaklara cok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti.
Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere
gidemiyordu…Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman
ediyordu…
Hem biz, bizim aile…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar
gibiydik…
Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık…
Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü
engel olamadığımız o felaket duygusu…
Anlamıştım senin ailen de böyleydi…
Üstelik öyle severlerdi ki sizi, birgün hiç olmadık bir anda, aslında
istenmeyen çocuklar olduğunuzu söylerlerdi size! …
Sana ya da kardeşine…Tesadüfen dünyaya geldiğinizi…Beklenmedik bir misafir
olduğunuzu! …Aksi gibi, istikbaliniz için hiçbir şeyi esirgemediklerini
söyledikten sonra söylerlerdi böyle sıradan şeyleri! …
Sizin için…Senin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını söyledikten
sonra…
Senin de ailen benimki gibiydi…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak
yağmurlar gibiydi…Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın
her şeye…
Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken
kaybetmiş gibisin hep…
Ben beni istediğim gibi sevmemiş olan annemin hayaletini arıyorum imkansız
kadınlarda…
Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanın hayaletini arıyorsun imkansız
erkeklerde…
Biliyorum ne ben o kadını bulacağım ne de sen o erkeği bulacaksın…
Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi
incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür
gibi konuşanlara sevdalanacağız…
Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz…
Ölesiye, amansız seveceğiz onları…
Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların
orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın…
Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen
de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir
gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim
her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup
gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun…
Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin
hayaletisin…Ailemdeki insanlar gibisin çok duygusal çok güçlü, çok yaralı…
Onlar da senin gibi seninkiler gibiydi…Aklı başında, mazbut insan rolünü
oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı…Hepsi
yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi…Düşleri çok
garipti…En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka
kıtalara gitmeyi düşlerlerdi…
Yine aradım seni, yoksun…bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın…
Bir kere çözüldüm sana…Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim…
Oysa baştan beri biliyordum; sen.seni sevmeyenleri seversin.Tıpkı benim
gibi…
Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi
biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi…
Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini
sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi
özleyen birileri arıyor.
Hiç cevap vermiyorum…BEN SENİ İSTİYORUM, SENİ ARIYORUM…
Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri
yok ediyor…
Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor…
Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası…
Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri
sevse de hiç kapanmayacak bu yaran…
Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak.Tıpkı o şizofren genç
gibi…

Cezmi Ersöz

Karacaoğlan Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi 2

Karacaoğlan Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi

Türk halk şiirinin önemli isimlerinden biri olan Karacaoğlan’ın 1606’da doğduğu 1679-1689  yılları arasında vefat ettiği düşünülmektedir. Gerçek adı kesin olarak bilinmemekle kendi şiirlerinde Halil ve Hasan olduğu geçer.  17. yüzyılda yaşayan Karacaoğlan, şiirlerinde kullandığı etkileyici dil ve duygu bütünlüğüyle halk şiirinde unutulmayacak bir yer edinmiştir.

Divan edebiyatının ağır üslubundan uzak durarak daha anlaşılır bir dille şiirler yazarak duygularını eserlerinde yer vermiştir.  Yapılan araştırma ve incelemelerde hayatıyla ilgili çok fazla bilgi sahibi olmadığımız şairlerden birisidir.  Göçebe bir hayat sürdüğü tahmin edilen Karacaoğlan’ın şiirleri incelendiğinde bir çok şehri gezdiği ve uzun yaşadığı anlaşılmaktadır.

Şiirlerinde duygularını açıkça ifade eden şairin eserlerinde en çok kullandığı tema doğa ve aşktır.  Yan tema olarak şiirlerine eşlik eden özlem, gurbet, ayrılık, sıla, ölümü mecazi ögeler kullanarak bütünselliğini ekler.

Şiirlerinde halkın deyiş, söyleyiş özellikleri bulunur.  Şiirlerinde Arapça ve Farsça kelimeler nadir görülmektedir daha çok yöresel sözcükler ve Güneydoğu Anadolu insanlarına özgü sözcükler kullanmıştır. Koşma, semailer, varsağı ve türkülerinde maniye yakın şiirlerdir.

Karacaoğlan Aşık edebiyatının önemli bir şairi olarak bir çok şaire örnek olmuştur.  Şiirlerinde hece ölçüsü kullanan gezgin bir şairdir.  Günümüze kadar ulaşan şiirlerinin çok türkü olarak söylenmeye devam eder.

Ağlama Hey Kömür Gözlüm

Ağlama hey kömür gözlüm ağlama
Ağlamanın gülmeleri yakındır
Br imdat olursa gani Hüda’mdan
Gözüm yaşın silmeleri yakındır

Avlatması çetin olur şahanın
Havalanıp gökyüzüne ağanın
Yüzü çifte benli dilber sevenin
Şen olup da gülmeleri yakındır

Siyah zülfün mah yüzünde tel gibi
Acap biz de güler miyik el gibi
Bir yeğit yar sevse o da gül gibi
Ayrılınca solmaları yakındır

Erisin dağların karı erisin
Seli aksın düz ovayı bürüsün
Ulus kalksın ak mayalar yürüsün
Gözle yarin gelmeleri yakındır

Karacaoğlan’ım gezer Konya’da
Dervişleri sema eder Türbe’de
Ne demin var ise sür bu dünyada
Felek bizi almaları yakındır

Johannes Gutenberg Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi 3

Johannes Gutenberg Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi

Modern matbaanın kurucusu olarak sayılan Johannes Gutenberg 1398 yılında Almanya Mainz şehrinde dünyaya gelmiştir.  Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Gutenberg’in tam adı Johannes Gensfleisch zur Laden’dır. Değerli taşlar ve metal üzerine çalışmalar yapan Gutenberg gençlik yıllarında Fransa’ya taşınarak burada kuyumculuk yapmıştır.

Daha sonrasında matbaaya ilgi duymasıyla matbaa makinelerini araştırmış üstünde çalışmalar yaparak geliştirmeye çalışmıştır. 1437 yılında başladığı matbaa geliştirme çalışmalarının sonucunda 1438 yılında Tipo Baskı Yöntemini Avrupa’ya taşıyarak modern matbaanın yayılmasını sağlamıştır.

Johannes Gutenberg Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi 4

Çin ve Kore de uygulanan Tipo Baskı Yöntemini Avrupa yayan Gutenberg, iletişim tarihinin en önemli isimlerinden biri olmuştur.  Johann Fust ile kurduğu ortaklıkla 1455 yılında Latince ilk kitap basımını gerçekleştirmiştir.  Yaşadığı maddi sıkıntılar nedeniyle Fust ile olan ortaklığı sonlanan Gutenberg çalışmalarına devam etmiştir.  Mainz Başpiskoposu II. Adolf von Nassau yardımıyla 1465 yılında yeni bir baskı makinası kurmayı başardı.  Kurduğu basım makinası sayesinde Avrupa da matbaa giderek yaygınlaştı.

Baskı yönteminin kullanılmasıyla Özgür düşüncenin yayılmasına hız kazandıran Johannes Gutenberg 70 yaşında hayatını yitirmiştir. Buluşu ve çalışmaları neticesinde ölümünün ardından 1901 yılında adına bir müze inşa edilmiştir.

Fuzûlî Kimdir, Hayatı Ve Eserleri 5

Fuzûlî Kimdir, Hayatı Ve Eserleri

Asıl adı Mehmet bin Süleyman olan Fuzûlî, Türk Divan edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biridir.  Türk edebiyatının bu günkü halini almasında büyük rol oynayan Fuzûlî,Türk şiir yapısını ve geleneğini belirleyen kişilerden biridir.

Fuzûlî 1483 yılında Irak’da, Hilla’da ve Kerbela da doğduğu düşünülse de kesin bir bilgiye sahip değiliz. Şairin kullandığı mahlasın iki manası bulunmaktadır, ilki “kendini ilgilendirmeyen işlere karışıp lüzumsuz sözler söyleyen kimse” diğeri ise “yüce, erdemli, üstün” anlamlarına gelmektedir.

Fuzûl’ı mahlasını nasıl seçtiğini divanının ön sözünde; Şiire başlarken günlerce bir mahlas almak yolunda düşündüm. Seçtiğim mahlasa bir müddet sonra bir ortak çıktığı için bir başka mahlas alıyordum. Nihayet benden önce gelen şairlerin ibareleri değil mahlasları kapıştıklarını anladım. Karışıklığı ortadan kaldırmak üzere Fuzûlî mahlasını seçtim. Bu adı kimsenin sevmeyeceğini ve bu sebeple almayacağını tahmin ettiğim için adaşlık endişesinden kurtuldum. Ayrıca ben, Allah’ın inayetiyle bütün ilim ve fenleri nefsinde toplamış bir insan olarak geçiniyordum. Mahlasım bu amacı da içine alır.”

Bilgi ve ilim sahibi olan Fuzûlî’nin ilk eğitimini müftü olan babası verirken, Rahmetullah adındaki bir öğretmenden de ders almıştır.  Eserlerinde dini yönünü çok fazla ortaya koymayan şair, daha çok felsefe ve astronomi hakkında bilgilerini ve düşüncelerini ortaya koymuştur.

Divan şairleri gibi ağdalı ve süslü bir dil yerine daha çok sade ve yalın bir dil tercih eden Fuzûlî, halk deyimlerini kullanarak halktan biri olduğunu göstermiştir. Fuzûlî Arapça, Farsça ve Azerice divan şiirleri yazmıştır.  Şiirlerinde bedensel zevklerden ziyade tasavvufi aşk, Ehl-i Beyt’e özlem ve ayrılık acısını tema olarak kullanmıştır.

Kendisinden sonra gelen bir çok ünlü şairi etkileyen Fuzûlî’nin Kerbela’da 1556 yılında yakalandığı yaygın bir hastalıktan öldüğü tahmin edilmektedir.

Fuzûlî’nin Eserleri

Türkçe Manzum Eserleri

  • Divan
  • Beng-ü Bade
  • Leyla ile Mecnun
  • Risale-i Muammeyat
  • Kırk Hadis
  • Su Kasidesi
  • Ali Divanı
  • Şikâyetnâme

Türkçe Mensur Eserleri

  • Hadikatü’s – Süeda
  • Mektubat

Farsça Manzum Eserleri

  • Divan
  • Enis’ül – Kalb
  • Heft Cam
  • Resale-e Muammeyat
  • Sehhat o Mar’uz

Farsça Mensur Eserleri

  • Rind ü Zahid
  • Risale-i Muamma

Arapça Eserleri

  • Divan
  • Matlau’l-İtikad
Bâki (Sultanüş'şuâra) Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi 6

Bâki (Sultanüş’şuâra) Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi

16. yüzyılın divan şairlerinden olan Bâki’nin gerçek adı Mahmud Abdülbâki’dir.  Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan şairin 1526 yılında İstanbul’da doğduğu bilinmektedir.  Yaşadığı dönemde şiirleriyle halkın beğenisi toplayan Bâki’ye Sultanüş’şuâra (Şairlerin Sultanı) olarak anılmıştır. Diğer bir çok şair ve edebiyatçıdan ayrılan özelliği seçkin bir zümreden gelmemesidir.  Ailesi Bâki’nin bilime olan düşkünlüğü ve öğrenime duyduğu sevgi nedeniyle medrese de okumasına izin vermiştir. Eğitim aldığı yıllarda şiire ve edebiyata büyük bir tutkuyla bağlanan Bâki, yazdığı şiirlerle tanınmaya başlamıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Bâki’nin şiirlerini beğenmesi ve taktir etmesiyle İstanbul’a çağrılmış, sarayda farklı görevlerde hizmet vermiştir.

“Yaptığın üç isabetli işi say deseler, biri muhakkak şair Bâkî’yi İstanbul’a getirip insanlığa kazandırmamdır”  – Kanuni Sultan Süleyman

Dili ağır ve süslü olan Bâki şiirlerinde İstanbul Türkçe’sini başarılı bir şekilde kullanmıştır.  Doğa güzelliklerini ve dünya güzelliklerini şiirlerinde tema olarak kullanmıştır.  Divan şiirinin sanatlarını, kurallarını ve gerekliliklerini ustaca kullanmıştır.  Divanı bulunan şairlerimiz arasındadır, Kanuni’nin vefatı üzerine yazdığı mersiyesiyle ününe ün katmıştır.

Bâki (Sultanüş'şuâra) Kimdir, Hayatı ve Kısa Biyografisi 7

Bâki’nin vermiş olduğu Eserleri

  • Divân (4508 beyit)
  • Fazâ’ilü’l-Cihad
  • Fazâil’i-Mekke
  • Hadîs-i Erbain Tercümesi
  • Kanuni Mersiyesi

Kanuni Mersiyesi

Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng

An ol günü ki âhir olub nev-bahâr-ı ömr
Berg-i hazana dönse gerek ruy-ı lale-reng

Âhir mekânının olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı ayşa seng

İnsân odur ki âyine veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng

İbret gözünde niceye dek gaflet uyhusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-çeng

Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng

Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engerüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng

Yüz yire kodu lûtf ile gül-berg-i ter gibi
Sanduka saldı hâzin-i devrân güher gibi

Gevher'i Kimdir, Biyografi 8

Gevher’i Kimdir, Biyografi

Hayatı hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadığımız şairler arasında yer alan Gevheri, 17. yüzyılın sonlarına doğru dönmüştür.  Kırım’lı olduğu düşünülen Gevheri, Yeniçeri şairlerindendir. “Bir kemter kulundur Garip Mehemmed” dizesinde verdiği isimle gerçek isminin Mehmed olduğu düşünülse de kesin bir bilgi değildir.

Şiirlerinde aruz  ve hece veznini kullanan Gevheri medrese eğitimi almış şairlerimizdendir. Kendi adını taşıyan bir de makamı vardır, musikiyle yakından ilgilenmiştir.  Aruz vezniyle yazdığı şiirlerinde Fuzuli’nin etkisinde kaldığı görülmektedir.

Gevheri koşmalar, türkmaniler, türküler, divan ve müstezatlar tarzında eserler vermiştir.  Halk arasında sevilen, takip edilen bir şair olan Gevheri aynı zamanda Osmanlı devletinde divan katipliği de yapmıştır.

Gezgin ozanlar gibi sürekli yer değiştirmeyen Gevheri daha çok İstanbul’da yaşamış, görev amaçlı şehirler arası seyahat ettiği görülmektedir.  Aruz ve hece ölçüsüyle yazdığı eserlerinde aşk, tabiat, gurbet, özlem temalarını işlemiştir.

Halk arasında geçen deyimleri, duyuşları, mecazları şiirlerinde kullanan şair, yaşadığı dönemde şiirleri ile tanınmıştır.  Uzun bir ömür yaşadığı tahmin edilen Gevheri’in ölüm tarihi net olmamakla birlikte 1737’i de öldüğü düşünülmektedir.

Günümüz Türkçe’sine çevrilen şiirlerinden bir örnek;

Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım
Seni seven var mı benden ziyâde
Rûz u şeb durmayıp alırsın âhım
Âşıkım ağlatma bundan ziyâde

Gece gündüz bir visâle ermedim
Bülbül olup gonce gülün dermedim
Bu cefâlar nedir ben de bilmedim
Var mı ki bir zâlim senden ziyâde

Söyle muradını ben de bileyim
İnsaf eyle çok ağlattın güleyim
Kabul eyle sözüm kurban olayım
Haddim yoktur sana bundan ziyâde

Hercâisin gonce gülüm kokulmaz
Geçer gider hatırcığım sorulmaz
Der Gevherî mâh yüzüne bakılmaz
Yakar hüsnün beni nârdan ziyâde

Okuduğunuz Kitabı Unutmamak İçin Ne Yapmalısınız? 9

Okuduğunuz Kitabı Unutmamak İçin Ne Yapmalısınız?

Kitap okuyan kişilerin mutlaka arada sıra da başına gelen okuduğu kitabı unutma olayı bazen can sıkıcı olabilir.  Bazı kitaplar okunmasının üzerinden yıllar geçse bile unutulmaz hatırlanırken, bazıları ise okunduğu gün aklımızdan çıkıyor. Okuduğum kitap aklımda kalmıyor serzenişinde bulunan kişilere vereceğimiz önerilerle, okuduklarınızı unutmamak artık mümkün.

Nitekim okuduğumuz kitapları aklımızda tutamıyor oluşumuzun nedenleri sıralayalım;

  • Kitap okuma esnasında aklımızın başka bir olayda veya yerde takılı kalması
  • Kitap okumaya hevessiz ve gönülsüz olmak
  • Gürültülü bir ortamda kitap okumaya çalışmak
  • Uykusuzluk
  • Aşırı yorgunluk
  • Geç saatlerde okumaya çalışmak
  • Dikkat dağıtıcı ışıklı, sıcak mekanlarda okumak
  • Uzanarak kitap okumak

Okuduğunuz Kitabı Unutmamak İçin Ne Yapmalısınız? 10

Okuduğunuz her kitabın aklınızda kalması, her cümlesini harfi harfine hatırlamanız imkansızdır.  Ancak okuma biçiminizi değiştirerek okuduklarınızı daha akılda kalıcı hale getirebilirsiniz.

  • İsteğiniz yokken kitap okumaya çalışmayın
  • Mümkünse uzanarak değil oturarak kitap okuyun.
  • Kitapta ilginizi çeken cümleleri alıntı olarak bir kağıda not alın.
  • Kitap okuduğunuz ortamı iyi seçin, sizi rahatsız eden bir faktör var ise yer değiştirin.
  • Küçük bir ajanda edinip kitap hakkındaki bilgileri not olarak kısa özetler çıkartabilirsiniz
  • Açken ve uykusuzken dikkatiniz dağınık olacaktır. Böyle durumlarda kitap okumayı erteleyebilirsiniz.

Siegfried Sassoon okuduğumuz kitapları unutmamız hakkında bir tespitte bulunarak şöyle demiştir;

‘’İnsan olmanın kaçınılmazlığıyla, okuduklarımızın çok azını hatırlarız. Okuduğumuz her kitabı ikinci kez okumak, bize yazarın anlattığı neredeyse her şeyi unuttuğumuzu hatırlatacaktır. Okumayı bitirip de bir öyküden ve öykücüsünden ayrıldığımızda, her geçen an biraz daha solan bir izlenim kalır sadece bizde. Ve sonra yazar, kitabını, ait olduğu yere, koltuğunun altına alarak, bizden tamamen uzaklaşır.’’

AŞKIN TÜKENİŞİ 11

AŞKIN TÜKENİŞİ

 

İçimizi öfkeyle dolduran günler ürkekçe geçerken, kaygılı bakışlarımız birbirimize değmekten korkaktı.  Tuzak kuracak dermanımız yoktu, tenlerimize dokunmadan geçen geceleri konuşmadan rafa kaldırdık.  İkimizde biliyorduk bana kalırsa, bizi bir zamanlar bulutlar üstünde dolandıran o hislerin sona erdiğini.  Alışılmış, ezberi tamamlanmış bir kitap gibiydik.  Yan yana uyuyorduk ancak aramızdan yığınla yıl geçmiş gibiydi.  Muktedirdik birbirimize, dokunuşlarımız evvel ki kadar telaşlı ve heyecanlı değildi. Anlaşılan biz heyecanımızı ilk önce kaybettik. Terennüm eden sesine olan aşinalığım ne ara bıkkınlığa, usanmış bir ruha döndü fark edemedim.  Sende merak etmez olmuştun rutin minvalimi, her akşam aynı sofrada oturduk iki çift lakırdı edemeden tabaklarımızı boşalttık.

Bir şeyleri tüketmiştik duyumsuyorduk bu hissi, hatta parmak uçlarımızla dokunabileceğimiz bir raddedeydi somut tükenişimiz. Çok hoşlandık birbirimizden, çok sevdik, güzel bir yol arkadaşlığı edindik.  Kalplerimizi kıracak sözler etmedik, küskün bir gün bile geçirmedik.  Kafanın içini görebiliyordum orada başka biri, bana tercih ettiğin biri yoktu.  Aldatmazdık birbirimizi, zira bende senden başkasına sürmedim gözlerimi.

Aslı bizdeyken nüshalara indirgedik anılarımızı, bana en çok koyanda buydu.  Şimdiyi değil dünü özlüyordum sende.  Biz bir olurken değiştik, iyileştirmeden belki de yaralarımızı kaynaştırdık.  Hata mıydı aynı evin içinde aşkın her halini özümsemek.  Kavuştuk diye meşk olduk, kavuşmasak da aşk mı olsaydı adımız?

Senin de aynı düşüncelerde olduğunu bana bakışındaki sükûnette görebiliyorum.  Ne yöne sapacağımızı şaşırdık, ayrılık bir bahane miydi biten sevgimize. Aynı duvarlar içindeyiz, çıkmak istiyoruz ancak çıkmak bize pişmanlık getirirse diye ödümüz kopuyor.  Bu anafor içinde birbirimizin etrafında dönüp duruyoruz.  Senin de en az benim kadar fedakârlık ettiğini göz ardı edemem, uğraştık her daim yan yana kalmaya sabır gösterdik.

Nihayetinde buradayız, dizlerimiz birbirine değmeden aynı koltukta farklı safları tutuyoruz.  Korkmadan söyleyelim mi; tükenişimize illa bir neden olması gerekmiyor, duygularımız ömür boyu sürecek diye kontrat imzalamadık.  Dök bana içini, beni artık sevemediğini yüzüme söyle.  Aynı dürüstlükle bende sana seni eskiden daha çok sevdiğimi söyleyeceğim.  Her zamanki gibi anlayışla karşılayacağız birbirimizi.  Biz senle çok güzel anlar paylaştık, yüce bir sevgiyi bölüştük, bedenlerimizden çok ruhumuzla seviştik.  Neden güzel başladığımız gibi güzelce bitirmeyelim ki!

 

-Semra Şenol

İlber Ortay'lıdan mutlaka izlenmesi gereken 26 film tavsiyesi! 12

İlber Ortay’lıdan mutlaka izlenmesi gereken 26 film tavsiyesi!

Gençlerin akıl hocalığını yapan Prof. Dr. Ortaylı tarih severlere mutlaka izlemeleri gerektiği 26 film önerdi.

‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır/ Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler’ kitabıyla okurlarına hayat tecrübelerini paylaşan İlber Ortay’lının tarih meraklılarına önerdiği en iyi yapıtları sizler için listeledik.  26 filmin içeriğindeki kült yapıtların içinde  İtalyan Yeni Gerçekliği, Avrupa Sineması ve Sovyet sinemasının en seçkin eserleri yer alıyor.

İlber Ortay'lıdan mutlaka izlenmesi gereken 26 film tavsiyesi! 13

 

1- Potemkin Zırhlısı – Sergey Eisenstein 1925

2- Aleksandr Nevsy – Sergey Eisenstein 1938

3- Bir Kuşak – Andrzej Wajda 1955

4- Wesele- Andrzej Wajda 1957

5- Küller ve Elmaslar – Andrzej Wajda 1958

6- Vaatler Ülkesi – Andrzej Wajda 1975

7- Waterloo – Sergey Bondarçuk 1970

8- Contasn – Krzysztof Zanussi 1980

9- Dünyayı Sarsan On Gün – Sergey Bondarçuk 1983

10- Macarlar – Zoltan Fabri 1978

11- Mephisto – Istvan Szabo 1981

12- Albay Redl – Istvan Szabo 1985

13- Taraf Tutmak – Istvan Szabo 2001

14- Teorema – Pier Paolo Pasolini 1968

15- Dekameron’un Aşk Öyküleri – Pier Paolo Pasolini 1971

16- Roma – Federico Fellini 1972

17- Satyrcon – Federico Fellini  1969

18- Leopar – Luchino Visconti 1963

19- Lanetliller – Luchino Visconti 1969

20- Venedik’te Ölüm – Luchino Visconti 1971

21- Roma, Açık Şehir – Roberto Rosselini 1945

22- İtalya’ya Yolculuk – Roberto Rosselini 1954

23- Bisiklet Hırsızları – Vittorio De Sica 1948

24- Umberto d. – Vittorio De Sica 1952

25- Lili Marleen – Rainer Werner Fassbinder1981

26- Jesus Of Nazareth – Franco Zeffirelli 1977 (mini dizi)

"Hocam olarak girdiğiniz eve Babam olarak giremezsiniz" diyen Nazım Hikmet'in Karşı Çıktığı Destansı Aşk... 14

“Hocam olarak girdiğiniz eve Babam olarak giremezsiniz” diyen Nazım Hikmet’in Karşı Çıktığı Destansı Aşk…

‘Kavuşursan Meşk olur, kavuşamazsan Aşk’, tarihe geçmiş bir çok aşkın ortak noktası ayrı düşmeleriyle sonuçlanmıştır.  Hüsran ve ayrılık aşkın harcını oluşturduğu söylenirken, büyük şairlerimizin sevdaları daha bir ayrı büyüktür. Onlar hüsranla sonuçlanan aşklarını dizelerine aksettirerek yılları, yolları aşmasını sağlamış ustalardır.

Tarihimizin belki de en büyük kaçışını, yakışık almayanı, örnek gösterilmeyen aşkını yaşamış Yahya Kemal Beyatlı ve Celile hanım’dı.  Onlar asla birleşmemiş, kavuşamadıkları için adı aşk olmuş bir hikayeye sahipler.

İstanbul sosyetesinin en gözde kadınlarından biri olan Celile hanım, yaptığı resimlerle sanatla iç içe geçmiş bir kadındı.  Aynı zamanda Türk şiirinin en önemli şairlerinden biri olan Nazım Hikmet’in de annesiydi. 1900 yılında Osmanlı hükûmetinin o dönemlerinde meşhur valilerinden biri olan Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Beyle evlenmişti.  Bu evliliğin sonucunda kollarının arasına Nazım Hikmet’i olan Celile hanım, 1916 yıllarında eşiyle arasında büyük uçurumlar açılmıştı.

"Hocam olarak girdiğiniz eve Babam olarak giremezsiniz" diyen Nazım Hikmet'in Karşı Çıktığı Destansı Aşk... 15

Yahya Kemal ile Celile Hanım’ın yolları ilk kez yine aynı yıl 1916’da bir Bektaşi dergahında kesişti.  Her ikisi de dostlarının aracılığıyla gittikleri toplantıda ilk bakışta birbirlerine aşık olmuştu.  O sıralarda boşanmak üzere olan Celile hanım kendisinden 4 yaş küçük olan Yahya Kemal’e tutulmuştu.

Yahya Kemal aynı zamanda Heybeliada Bahriye Mektebinde okumakta olan Nazım Hikmet’in hocasıydı.  Mektepten hafta sonları annesinin yanına çıkan Nazım, Yahya Kemal’den özel ders alıyordu.  İkilinin giderek birbirlerine yaklaşmasıyla birlikte eşinden boşanan Celile hanım kendisini bu aşka tamamen kaptırmıştı.  Nişantaşı’ndaki evinden sevgilisini Ada’daki evi arasında mekik dokuyor, kimin ne diyeceğini düşünmüyordu.

"Hocam olarak girdiğiniz eve Babam olarak giremezsiniz" diyen Nazım Hikmet'in Karşı Çıktığı Destansı Aşk... 16

Nazım Hikmet’e Türkçe ve şiir dersleri vermeyi sürdüren Yahya Kemal, ela gözlü Celile hanıma çoktan abayı yakmıştı. İki aşığın arasındaki bağ giderek güçlenirken Bahriyeli Nazım’ın gözünden kaçmaz.  Mektep de bu büyük aşk duyulmuştur, Nazım’ın arkadaşı olan Necip Fazıl hocasının karşısına çıkarak şu sözlerle hocasını alaycı bir dille uyarır.

“Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk… Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim…”

Hocasına yaptığı çıkışla kodes adındaki tahta dolaba gönderilir.  Necip Fazıl’ın ceza almasından bir gün sonra Nazım, Yahya Kemal’in pardösüsüne bir not bıraktı.

"Hocam olarak girdiğiniz eve Babam olarak giremezsiniz" diyen Nazım Hikmet'in Karşı Çıktığı Destansı Aşk... 17

“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz…”

Bu not yüzünden bir süre eve gelip gitmeyi bırakan Yahya Kemal, Bahriyeli Nazım’ın karşısına çıkmaya tedirgin oluyordu.  Celile hanım ise yaşadıkları aşk onu dillere düşürmesine rağmen yine de vazgeçmedi.  Oğlunun karşı çıktığı bu ilişkiyi evlilikle sonuçlandırmak isteyen Celile hanım, evlilikten her daim korkan Yahya Kemal’i bir türlü bırakamıyordu.

Yahya Kemal ise en yakın arkadaşı Yakup Kadri’ye içini şu sözlerle döktü.

 “Bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenebilirim? Sonra herkes bana ne gözle bakar?”

Bu izleyen günlerde ise Celile bir mektup göndererek 3 yıl boyunca süren bu aşkı sonlandırdı.  Terk edilmekten büyük üzüntü duyan Celile hanım Paris’e kaçarak onu unutmaya çalıştı.

Yahya Kemal ise İstanbul’da kaldı.  Hayatına giren bir çok kadına rağmen asla evlenmedi.  Öldüğünde ise evrakları arasından çıkan bir zarfın içinde kurumuş bir gül ve iki yaprak çıktı.  Yanındaki notta ise şunlar yazılıydı.

“Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir… Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim…”

"Hocam olarak girdiğiniz eve Babam olarak giremezsiniz" diyen Nazım Hikmet'in Karşı Çıktığı Destansı Aşk... 18

Ünlü Şair Yahya Kemal’in her zaman ölümle ilişkilendirilen Sessiz Gemi şiiri, aslında Celile hanıma yazılmış dizelerdir.  Aşık olduğu kadının Ada’dan İstanbul’a geçerken bindiği geminin arkasından bakmak zorunda kalan Yahya Kemal, aşkın ölümle birleştiğini özlemiyle anlatmıştı.

Sessiz Gemi
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan…
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol…
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol…
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli…
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli…
Biçare gönüller!.. Ne giden son gemidir bu…
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu…
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler…
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler…
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden…
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden…”