“Aşk nedir?” sorusu birçok romanda farklı şekillerde ele alınmış bir temadır. Romanlar, aşkı genellikle insan ilişkilerinin karmaşıklığı, duygusal derinlikler ve kişisel dönüşüm bağlamında inceler.
Örneğin, Victor Hugo’nun “Sefiller” (Les Misérables) adlı romanında, aşkın birçok yönü gösterilir: fedakarlık, merhamet, toplumsal sorumluluk ve kişisel bağlanma. Bu romanda aşk, sadece romantik bir ilişki değil, aynı zamanda insanlığa duyulan sevgi ve şefkat olarak da yansıtılır.
Lev Tolstoy’un “Anna Karenina” romanında ise aşk, hem yıkıcı hem de kurtarıcı bir güç olarak gösterilir. Anna’nın tutkulu ama yasak aşkı, onun toplumsal ve kişisel çöküşüne yol açarken, Levin’in sevgi dolu ve sadık aşkı onun manevi bir uyanış yaşamasına neden olur.
Gabriel García Márquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” (Love in the Time of Cholera) adlı romanı ise aşkın zamanla nasıl evrildiğini ve sabrın, bağlılığın ve umudun aşk üzerindeki etkilerini inceler. Bu romanda, aşk bir ömür boyu süren bir arayış, bazen de bir saplantı olarak resmedilir.
Özetle, aşk, romanda çok boyutlu bir kavram olarak ele alınır; tutku, fedakarlık, saplantı, şefkat ve bağlılık gibi birçok farklı duygu ve durumla ilişkilendirilir. Romanlar, aşkı sadece bir tema olarak değil, aynı zamanda karakterlerin gelişimi ve hikayenin ilerleyişi için de önemli bir araç olarak kullanır.