Kategori arşivi: Şiir

Her İnsanın Sevilmeyeceğini Gösterdin 1

Her İnsanın Sevilmeyeceğini Gösterdin

 

Cesaretim yoktu kötü sözlerimde, işin aslı yazılarımda anlattım ya derdimi.  Bakma sen bana, dilimin yangını müsaade etmez konuşmama. Dün gece yazdığım mektubu sana yollamamak, gönlümdeki acıyı yırtıp atmak için can çekişiyorum.

Pişmanım. Bunun başka bir izahı yok, ne desem ne yapsam karşılanmamış bir feryadın içinde tükenmeye devam ediyorum.  Kalem elime ağır gelirken, gökyüzünün karardığı anlarda sana sığındım.  Yanımda yoktun, yanımda hiç olmadın.  Mutlu değildim, hiç mutlu olmadım.  Üzüntüm daima boyumu aştı, ama hep gururuma sarıldım.

Gururum beni ayakta tutan yegane ateşti, mantığımı körükledikçe kanayan yüreğimin sesini kısabildim.  Yine de geriye baktığımda aptallık ettiğimin farkındayım. Mutlu sayılmazdım, bundan ötürü hep seni suçlamayı, sana kusur bulmayı öğrendim.

Haklı yada haksız beni sevmedin.  Bende bunun için kızgındım, başka tenlere sokuldukça beni sevmeyişine lanet ettim. Bir başkası olsaydı inan daha az acıtacaktı. Bir sebep verecektin kalbime, beni sevmeyişine bir bahane bulacaktım. Ekmekle su gibi tutunacaktım, günün birinde özümseyecek asla o kişi olmayacağımı kabullenecektim.

Kalbin boştu, bakışların sıcacıktı. Gülümsemen güneş gibi ışıldarken nasıl kalbim umuda kapılmazdı. Kısa bir an için elini kalbime götürdüğünde ümitlerim bir selvi ağacı gibi göklere yükseldi. Dedim; işte bu gün bu dakikadan itibaren beni sevecek. Damağımda kalacak kısacık bir mutluluk lütfetmişsin meğer. Dudaklarımı dudaklarına verdiğimde geri çekilmedin, kokum kokuna karışırken soluğumu yuttun.  Telaşlı, bir o kadar nazik sevişirken bedenin kollarımın arasındaydı.  Sandım ki benimsin, bana aitsin.

Ne büyük yanılgı, ne büyük hayal kırıklığı! Arzularımız yatıştığında tutkunun kol gezdiği gözlerin parıltısını kaybetti.  Kıyafetlerimiz henüz üstümüze geçmeden uzaklaştın benden, bir an için yan yanayken bir anda aramızda kat edilmesi gereken mesafeler vardı.  Bir vebaymışım gibi uzaklaştın benden, ihtirasımı ve aşkımı paylaştıktan hemen sonra terk ettin. Bir gecelik bir ilişki olarak gördüğün sevgimi göz ardı edebildin. Ölsem dahi unutamayacağım bir anı verirken, ömür boyu taşıyacağım bir acı verdin aynı zamanda.

Her insanın sevilmeyeceğini bana gösterdin.  Tecrübesizliğimi yüzüme vurdun çünkü sen benim içimi ısıtan ilk aşktın.  Sonu mutlu bitmeyecek bir masal anlatmış oldun bana, kimseye söylemeyeceğim için için yanan bir kor bıraktın yüreğime.

Mektubum gönlümün feryadıyla dolarken aşkımı güz yaptığın diye ah etmedim.  Nasıl edecektim ki? Nefesimde yaşamayı istemedin, hissetmedin duygularımın denkliğini. Şimdiyse aramıza bir okyanus sokarken, aciz hayallerimin altında kalan bendim…

 

-Semra Şenol

Ben Ruhi Bey Nasılım? - Edip Cansever 2

Ben Ruhi Bey Nasılım? – Edip Cansever

1.

Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de
Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki.

O ben ki
Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

Ne peki
Yere dökülen bir un sessizliği mi
Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
İşini bitirmiş bir org tamircisinin
Tuşlardan birine dokunacakken ki
Dikkati ve tedirginliği mi.

Bekler mi beni
Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
Bir sürü yaz gününün içinde
Acaba bekler mi beni
Uykularım, o sonsuz uykularım
Yanmış bir limonluktaki
– Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
Sesini hiç eksiltmeyen –
Ama bilmez miyim ben
Bilmez miyim hiç
Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
Kısacık bir zaman olmalıydı elimde
Turfanda meyva gibi bir zaman
Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
Geçerek erguvanların dönemecinden
Leylakların dörtyol ağzından
Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
Acının dudaklarına ve geçmişin
Bir yaban gülü yaprağı gibi beni
Ama ne gezer.

Korkmuyorum artık solmaktan
Solmaktan ve solgunluktan
Gelmişim nerelerden böyle
Kurumuş bir dere yatağı gibi
Ya da pek kurumamış da
Baygın, hasta ya da cançekişen
Çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
Ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
Yorgun düşerek taşımaktan
Ve ne çıkar ayırmasam kendimi
Suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.

Koylardan
Kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
Eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
Ayırmasam kendimi
Diyorum ayırmasam
Köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
İçindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
Cepleri yüreği cepleri
Ayırmasam da ben
Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
Bu kımıltısız gövde
Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
Görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
O müthiş öğle sıcağında
Pencerenin önünde örgü ören birinin
– Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
Görülmediği gibi
Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.

Canımın İçi 3

Canımın İçi

 

Yok canımın içi, özlemez olur muyum gözlerini?

Unutursun demiştin hani, bak burada yanıldın.

Bir kez olsun anlamadın ya ben orada takılı kaldım.

Gitmedim, gitmeyi beceremedim canımın içi.

 

Kıyamet sonrası gönlümün içi, başka aşklar gibi geçmedi.

Kırdı, yaktı, süründürdü ama geçmek nedir bilmedi.

Yok canımın içi, kadrini kıymetini hafife almadım.

Bir kez olsun beni anla, lütfet sevgini.

 

Taş değil ki bu yürek, kime ağladığını kime güldüğünü unutsun.

Sende avuttun mu kalbini, unuturum demiştin,

Unuttun mu canımın içi, canın dayandı mı?

İncinmedin, incitilmedin mi?

 

Emri hak vuku bulmadan soğuttum yüreğimi.

Boşa harcanmış hezeyanlardan kalktım da geldim.

Sen merak etme camının içi, henüz aklımı geride bırakmadım.

Ayrılığın şarabını içtikçe andım, övdüm, söverek bitirdim meşkimi…

 

-Semra Şenol

Senin Korkularını Benim İnceliğimi - Şükrü Erbaş 4

Senin Korkularını Benim İnceliğimi – Şükrü Erbaş

Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
‘bulmacanın beş harfli yemek sorusuna’ yanıt aramanla halkalanmış,
‘Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı’
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
‘bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ‘
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında….

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye….

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

 – Şükrü Erbaş 

Kaderden Çaldığım Bu An... 5

Kaderden Çaldığım Bu An…

 

İzin ver gecelerimiz gündüzlerimize karışsın, ellerim ellerinde

Mevsim yağmurları yağmaya başlamışken, benimle bekle ebemkuşağını.

Ne olur yaklaş bana bu gece, sinemde yıldızlardan bir gökyüzü,

Dudaklarınla yakala tenimdeki ecel terlerini, söz ver gitme bu gece.

Midemde uçuşan kelebekleri sana hediye edeceğim.

 

Sevda düşerken çorak arazilerime yağış mevsimi geldiğini görüyor musun?

Dem-güzar aşkım beklemez sabahın kırağında, mesut olmanın umudundayım.

Kaderden çaldığım bu anı saklamak için gözlerimi asla kırpmayacağım,

Gizli saklı yaklaş sinemdeki yerine, seni kimselerle paylaşmayacağımı biliyorsun.

Vuslat yağmurunda ıslat beni, uğruna sırılsıklamım zaten.

 

Herkesi ve her şeyi bırakıp gel bana, yağış mevsimi geldi.

Sen ve ben yokuz, biz ancak tek bir bedende atan bergüzarız.

Islak saçlarını omuzlarından atarken alnını alnıma daya, dudaklarımız arasındaki ömür kısalsın.

Hoşnut öpücüklerimde seni sevdiğimi fısıldayacağım, bu gece gitme kal benimle.

İlk defa severken birini, kendimi bile böyle sevmediğimi öğret bana…

 

-Semra Şenol

Ciğerim Leyla... 6

Ciğerim Leyla…

Ciğerim Leyla.

Çok vakit geçti seni görmeyeli, kısacık saçların omuzlarına değmezdi son görüştüğümüzde. Küçük bir burnun vardı, ucunu öptüğüm. Fındık kurdum, diyerek seni sevişim hep aklımda. Aradan geçen gazap dolu yıllar, ben dâhil kimseyi yıkıp geçmemiştir, Leyla.

Çoğu zaman burnumda tütüyor, yeşil yaylaların meşe kokusu, rahmetli anamın mis kokan tereyağı. Ve sen, ciğerim Leyla. Özlemin, kemikleşmiş bir nasır kalbimde. Ağrıyan romatizmalı dizlerimin devasıdır, masum hayalinin sıcağı. Buralar hep soğuk Ey Can’ım, sık sık hastalanır oldum şu vakitlerde. Ciğerlerim sünger, öksürüğüm ağdalı.

Hatırını da sormak isterim elbet, lakin söylemezsin bilirim!

Kızgınsındır bana, öfkenin ateşini kinin sulamıştır onca yıl. Otomobilin arkasından ağlayarak koştuğunda kaybettim, senin karşılıksız sevgini, bir kızın babasına duyduğu muktedir aşkı.

Kabahatim büyük, boynum karşında kıldan incedir Leyla. Gurbet ellere daha çok para, daha çok tarla, yepisyeni araba için giden bendim. Ardımda anama emanet ettiğim biricik seni, ciğerim Leyla’yı, hırslarım yüzünden seçemedim.

O topraklı yolda, tozlu dizlerinin üstüne çöküp ‘Baba gitme, Annem gibi gitme’ diye ağladığında, altı yaşından henüz gün almıştın.

Lâstik ayakkabıların, üstüne büyük gelen örgü kırmızı kazağın, hep aklımda Leyla. Şimdilerde yirmisine merdiven dayamış, gencecik bir fidan dalısın. Dur duraksız yazdığım mektuplar eline geçmiyor diye şüpheye kapılmaktayım. Umut fakirin ekmeğidir derler Ey Can’ım, o sebeptendir kalem tutan ellerimin bıkmaması.

Sana şefkatli, güvenli kucağını açamayan babanı affet demiyorum. Diyemem Leyla, utanırım. İnsanoğlu hırs yumağıdır, azıyla yetinmez, çoğuyla doymaz. Bende nefsimin rüzgârına kapıldım Ey Can’ım, didindim, hırpalandım, ama aradığımı kati suretle bulamadım.

Geri dönmeye gücüm varken yüzüm yoktu, yüz bulduğumda cebim boştu. Seni yetim bırakan zalim baban, emri hak vuku bulmadan son bir kez kızını görmek teşnesiyle yanıp tutuşuyor.

Son nefesimi alacak olandan tek arzum budur Leyla, seni görmeden ölmekten korkarım. Yaşlılığın tezahürünü anlatmaya dimağ yetmez Ey Can’ım, titrek ellerimde tuttuğum bardağın mı hali mi kalmadı yoksa benim canımın mı feri gitti anlamazsın. Öylesine bıkkınım ki, hatalarımdan ders alacak mecalim yok. Bir adım yetecek mezara gitmeye, bir nefes kesecek çilemi, fakat yine de ürkerim sonsuzluğa uçup gitmekten. Geride seni bırakmasaydım, huzurla kapatabilirdim gözlerimi.

Mektubuma son verirken bir hususu iyice anlamanı temenni ediyorum Ciğerim Leyla. Hayat, kimseye küs kalınmayacak kadar uçucu, kimseye dargın geçirmeyecek kadar lütufkâr. Dilerim, yaşlılıktan bunadığını düşündüğün beni, bir mektubuna hasret yollamazsın diğer tarafa.

Ciğerim Leyla; Bağışlayıcı kalbinin gözlerinden öperim.

Vefasız, bir hayrı dokunmayan Baban… 

-Semra Şenol

Teşekkürler, sonunda bittiğin için. 7

Teşekkürler, sonunda bittiğin için.

 

İnsan bu, kolay hazmedemiyor sevilmediğini. Eskiye dönmek, yine duymak için o iki kelimeyi, hissetmek istiyor aynı heyecanı gözlerinde.
Kabullenişin önünde ki inkar kötücül bir yara gibi.
Söküp atamadıkça yapıştırdığın yara bantlarını bir bir etkisiz hale getiriyor .
İyileşmeden, iyiymiş rolü kesiyorsun.
Bunu nerden bildiğimi uzun uzadıya örneklendirmeyeceğim.
Bir vardı bir yoktu hepsi bu.
Sevdin ama bitti, sevdim ama gitti.
İnkar yeterince olgunlaşıp büyüdüğünde çoktan maziye karıştığımızı, olmasını umut ettiğim hayallerle yaşadığımı idrak ettim öncelikle.
Bu da bir nevi dönüm noktasıydı benim adıma.
Hepimiz düşmüyor muyuz bu tarz yanılgıların aldatıcı güzelliğine .
Hayallerimizde yaşattıklarımızı gerçek hayata empoze etmeye uğraşmıyor muyuz?
Olmadığında ise yerle yeksan, gökle yer arası bir yerde kaybolabiliyoruz.
Geç oldu lakin sonunda uyandım inkarımdan, ve zoraki sevgi bağımdan.
Bağışla; bir müddet oyaladım seni, gitmek için can atarken. Halbuki zihnen çoktan uzaklaşmıştın.
Ve tekrar teşekkürler, harcanan duygulara ortaklık ettiğin için…

 

-Semra Şenol

Günümüz Hezeyanlarında Güven Sorunsalı 8

Günümüz Hezeyanlarında Güven Sorunsalı

 

Balkanlardan gelen soğuk hava gibi, günümüz şartlarında insanlar arasında esen sert rüzgârlar her birimizi ayrı bir bölgeye savurdu.  Kişisel alanlarımıza ne kadar kalın setler çekersek çekelim, bir diğerinin menfaatine bulaşmadan özel alanlarımızı korumak yükümlülüğündeyiz.

Peki, güven kelimesinin manasına şöyle bir göz atmaya ne dersiniz? Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusuna güven adını veriliyor. İnsan ilişkilerinde önemli bir yer tutan güven hissi, 20. Yüzyılın başlarından itibaren ötekileştirilmiş ve yabancılaştırılmış bir terimden ibaret olmadı mı?

Gözlerine siyah bir kumaş bağlayıp, kollarını açarak kendini arkaya bırakabiliyor musun? Düşmeyeceğinden emin olarak, yüz üstü bırakılmayacağından kuş duymadan güven duyguna güvenebilir misin? Bu soruyu eski dönemlerde sormuş olsaydık, cevabınız kuvvetle ihtimal evet olacağı aşikardı. Amma velakin günümüze gelindiğinde kardeşin kardeşe, ananın babaya düştüğü bir devirde yaşadığımızı da inkar edemeyiz.

Toplumda yaşayan insanlar arasında elzem bir ihtiyaç olarak görülen güven, ne yazık ki çağdaş dünyanın en büyük günahlarından bir olarak görülmekte.  Güven sorunsalı ikili ilişkilerde dâhil olmak üzere günlük hayatımızı çevreleyen sosyal yaşantımızı da kuşatmış durumda.

Güven sorunsalını aşmak kayıtsız şartsız birine bağlanmaktan geçer, koşullar sağlansa dahi bir noktayı unutmamak gerekir.  İnsanlar yaratılış amacını sorguladığı gibi karşındaki ve yaklaşmak istediği kişileri öncelikle tanımaya odaklanmalıdır.  Tanımak ve özümsemek beraberinde güven duygusunu geliştiren bir eğretileme olarak görülebilir…

 

-Semra Şenol

Ruh Celladı 9

Ruh Celladı

 

Yeni bir dünyaya kafa tutamam.  İçimde ölmeyi bekleyen cellatlarım varken, boğazımdaki dikenli telleri kopartacak gücü bana kim verecek? İnsafsız bir ruh taşımanın eşiğindeyim sanıyordum, halbuki çoktan bir caniye dönüşmüşüm.

Kanlar içindeki ellerim bir can almadı ama çok yürek öldürdü.  Sevdiklerimi kendimden uzaklaştırarak, görmezden gelerek, bilerek yalnızlaşarak sevdiklerimi ölüme terk ettim.  İşin ilginç yanı ise asla pişman olmadım.  Gönlüm böyle istedi, ruhum sivri dişlerini bedenime geçirdi.

Bazı şeyler çok yabancı,

Diller, sözler ve niyetler.

Menfur bir hastalık gibi yabancılar içinde , idamını bekleyen bir cesedim.  Kokum çoktan toprağa karıştı.  Ayak sürüyerek kendi mezarıma yürüyorum, bundan sonra insanı ne yapayım?

Güneşi içimde söndürmüşken, beyaz bulutlar üzerimden uçmaya devam edemez.  Gökyüzünün canlı mavisi çoktan alaca bir koyuya döndü, yıldızlarımı toplayıp çöp torbasına tıktım.  Ölümün soğuğu tenimdeyken, sevgilimin tutkulu kolları beni ısıtmaya yetmez.

Kendi idamına hüküm vermiş bir suçluyum ben! Günahım ise umutlarımı can çekişerek, tamda bağrından vurmak.  Öyle tek darbede öldüremedim ne yazık ki, ümitlerimi boğdum önce.  Hayallerimin içine katıksız, kesif iğrençlikler gömdüm.

Sonu çoktan gelmiş bir mezar sürgünüyüm, kimse bana giyotini örnek göstermesin.  Ben kendi kellemden önce olmayı ret ettiğim insanlığımın başını uçurdum.  Katıksız bir kötüye dönüştüm ve yaşam elimden çalındı.

İyi insanlar yaşayabilesin diye ruhumun ehvenişer kötülüğünü yargılayıp, infaza mecbur ettim…

 

-Semra Şenol

Seveyim mi,  Sevmeyeyim mi? 10

Seveyim mi,  Sevmeyeyim mi?

Beni bu karmaşadan kurtar lütfen,

Sen karşıma çıktığın anda çözülür dilim.

Kalbimden kalbine altın bir el uzanır.

Lütfen söyle bana, seveyim mi?

 

Yalan söylemiyorum, aşkım bende henüz taze bir çiçek,

Taç yaprakları gözlerinin elâsıyla aynı renk!

Gözlerini sakınma benden, yolumu aydınlat.

Seveyim mi, sevmeyeyim mi?

 

Yüreğim yüreğini tanır telaş etme,

İlk kez karşılaşıyormuşuz gibi titrer ellerim.

Bana söyler misin, aşkın neresinden geliyorsun.

Memleketim olur, sever misin beni?

 

Mazur gör toyluğumu, senden önce böyle değildim.

Kalbim göğüs kafesime çarpmazdı.

İnancım hayallerimden büyüktü, ta ki seninle çarpışıncaya kadar.

Yüreğinin yolunu göster bana.

 

 Seveyim mi, sevmeyeyim mi?

Hayallerimizi ortak bir hayata sokalım.

Ne sen ayrı, ben gayrı kalmayalım.

Lütfen söyle bana seveyim mi, sevmeyeyim mi?

-Semra Şenol