Etiket arşivi: Deneme

AŞKIN TÜKENİŞİ 1

AŞKIN TÜKENİŞİ

 

İçimizi öfkeyle dolduran günler ürkekçe geçerken, kaygılı bakışlarımız birbirimize değmekten korkaktı.  Tuzak kuracak dermanımız yoktu, tenlerimize dokunmadan geçen geceleri konuşmadan rafa kaldırdık.  İkimizde biliyorduk bana kalırsa, bizi bir zamanlar bulutlar üstünde dolandıran o hislerin sona erdiğini.  Alışılmış, ezberi tamamlanmış bir kitap gibiydik.  Yan yana uyuyorduk ancak aramızdan yığınla yıl geçmiş gibiydi.  Muktedirdik birbirimize, dokunuşlarımız evvel ki kadar telaşlı ve heyecanlı değildi. Anlaşılan biz heyecanımızı ilk önce kaybettik. Terennüm eden sesine olan aşinalığım ne ara bıkkınlığa, usanmış bir ruha döndü fark edemedim.  Sende merak etmez olmuştun rutin minvalimi, her akşam aynı sofrada oturduk iki çift lakırdı edemeden tabaklarımızı boşalttık.

Bir şeyleri tüketmiştik duyumsuyorduk bu hissi, hatta parmak uçlarımızla dokunabileceğimiz bir raddedeydi somut tükenişimiz. Çok hoşlandık birbirimizden, çok sevdik, güzel bir yol arkadaşlığı edindik.  Kalplerimizi kıracak sözler etmedik, küskün bir gün bile geçirmedik.  Kafanın içini görebiliyordum orada başka biri, bana tercih ettiğin biri yoktu.  Aldatmazdık birbirimizi, zira bende senden başkasına sürmedim gözlerimi.

Aslı bizdeyken nüshalara indirgedik anılarımızı, bana en çok koyanda buydu.  Şimdiyi değil dünü özlüyordum sende.  Biz bir olurken değiştik, iyileştirmeden belki de yaralarımızı kaynaştırdık.  Hata mıydı aynı evin içinde aşkın her halini özümsemek.  Kavuştuk diye meşk olduk, kavuşmasak da aşk mı olsaydı adımız?

Senin de aynı düşüncelerde olduğunu bana bakışındaki sükûnette görebiliyorum.  Ne yöne sapacağımızı şaşırdık, ayrılık bir bahane miydi biten sevgimize. Aynı duvarlar içindeyiz, çıkmak istiyoruz ancak çıkmak bize pişmanlık getirirse diye ödümüz kopuyor.  Bu anafor içinde birbirimizin etrafında dönüp duruyoruz.  Senin de en az benim kadar fedakârlık ettiğini göz ardı edemem, uğraştık her daim yan yana kalmaya sabır gösterdik.

Nihayetinde buradayız, dizlerimiz birbirine değmeden aynı koltukta farklı safları tutuyoruz.  Korkmadan söyleyelim mi; tükenişimize illa bir neden olması gerekmiyor, duygularımız ömür boyu sürecek diye kontrat imzalamadık.  Dök bana içini, beni artık sevemediğini yüzüme söyle.  Aynı dürüstlükle bende sana seni eskiden daha çok sevdiğimi söyleyeceğim.  Her zamanki gibi anlayışla karşılayacağız birbirimizi.  Biz senle çok güzel anlar paylaştık, yüce bir sevgiyi bölüştük, bedenlerimizden çok ruhumuzla seviştik.  Neden güzel başladığımız gibi güzelce bitirmeyelim ki!

 

-Semra Şenol

Deli Gömleğinde Bir Gece… 2

Deli Gömleğinde Bir Gece…

 

Üzerime atılmış ağın içinde debeleniyorum.  İlkbaharları arkamda bırakışım, hüznü yanıma katık edişimin üzerinden ne kadar geçti? İçimdeki ölgün rüzgarların fısıltısı, kafayı sıyırdığımı sezinliyorum. Bu farkındalık içimdeki henüz rengini ve nesnelliğini yitirmemiş doğrularıma takılıyor.  İçgüdüsel olarak cismen yaşamadığım kanaatine varıyorum.  Ağzımdan ne bir of, ne de ah çıkıyor!

Bir şekilde yalıtılmış benliğimle baş başa kaldıkça insanların yaşantısında yontu olarak kaldığımı deneyimliyorum.  Ne bir eksik ne bir fazla, eşgüdümlü kara deliğim boyutlar arası birçok erdemi içine çekiyor.  Yaşamak diye adlandırdıkları sürgünde, diğerlerinin gösteri başarı gösterememe ezinciyle, gönül borçlarımı çoğaltıyorum.

Bir adım kadar yakınım gerçeğe, bir adım uzağım kendime.  Aydınlık gölgemi deler geçerken, dilimdeki yavan tadın sorumlusu sigara içmem değildi. Kelimelerin, söylenmemiş cümlelerin ağır özü dilimin altında birikince ortaya yutulmaz bir tat çıkışındandı belki de.

Karamsar kişiliğimle örtüşmeyen bedenim, kendime verdiğim zararın belirtisi olarak hatırlatıcı bir saat gibi tekliyor.  Bir son arıyorum, içsel kavramların ötesinde ruhumu satacağım bir hesaplaşma.  Karşılıklı çatışmayla ateş kes yapılsa dahi teslim olurken ölmek, ölürken savaşmak zorundayım.

Savaş ve barış, iç içe geçtiğinde bilincimin gerilerinde kollarıma deli gömleği giydirilerek yere uzatılıyorum.  Danışanım yok, duvarların görünmez deliklerinden kandamlaları ayaklarımın altında. Sonsuz bekleyişimde içten içe çürümekte bir çınar ağacı gibi nereye devrileceğimi kestiremiyorum.

Islak, soğuğun işitilmez donukluğu ve yakıcı sıcağın ışıkları içimdeki benin ortasından geçiyor. Bir adım ötemde evlat ediniyorum çocukluğumu, bir adım gerimde ciğerlerini söküyorum geleceğin…

 

-Semra Şenol

 

 

Sosyal Medya Cellatları 3

Sosyal Medya Cellatları

Sosyal Medya Cellatları

Sosyal Medya Cellatları 4

Farklı düşüncelerin insanlarıyız, bu hem kabulümüzde hem de zihnimizde ilerleyen bir dürtü halinde.  Hasım ve hısımlarımızla insanoğlu arasındaki yerimizi aldık, saflarımızı sıkı tutuyoruz.  İdeolojilerimizi önemserken, kültürel farklarımızı birbirimizin gözüne sokmadan yaşayıp gidiyoruz.

En azından bir kısmımız bu şekilde yaşamayı sürdürebiliyor, ancak aramızdaki bu yazısız anlaşmayı görmezden gelerek saldıranlar da var.  Bu saldırganlar sözlerini bıçak niyetine kullanarak omurgamıza vurmaya çalışıyor.  Can havliyle omzumuzdan geriye baktığımızda bu kişiyi ömrümüzde ilk defa görerek büyük bir şaşkınlık yaşıyoruz.  Belki de aynı şehirde, aynı iklime bile doğmuş değiliz, ayaklarımız aynı sokakları hiç arşınlamamış.

Gözleri yabancıl, sözleri yabancı bu kişiler hiç durmaksızın hayatta tutturduğumuz zemini sallayıp çekiştiriyor.  Katlandığımız zorlukları eleştiriyor, kabullenerek iyileştirmeye çalıştığımız yaşamı ve sıkıntıları başımıza kakıyor.  Yanlışın içinde olduğumuzu yinelerken, kötücül ve meşum oklarıyla bizi tam da on ikiden vurmaya çalışıyor.

Sosyal medya denen illette tanımadığımız, duygularını az çok kavrayamadığımız insanlara ve içinde bulundukları eylemleri protesto edebileceğimizi zannediyoruz.  Ne hastalık, ne ölüm, ne de akıtılan terler umurlarında.  Giyim kuşamlarını, saçlarına taktıkları bandanayı, boyunlarına geçirdikleri kolyeleri, okudukları kitapları yargısız infazla giyotine götürüyorlar.

Sanırsınız yasal mevzuatların kâşifi ve uygulayıcısı olan bu kişiler, içlerinde barındırdıkları salt ve yalın menfi fikirlerle ipinizi çekiyor.  Toplum hiyerarşisi karşısında cellat rolünü oynayan şahsiyetler, sosyal medyada atlarını istedikleri gibi koşturarak sadece bir andan ibaret olmayan denenmiş ve tecrübe edilmiş bütün yıllara sahip insanları vicdan mahkemelerine çıkarmadan, sallandırıyor.

Acılarda birleşmiyor, gönüldaş olmayı yürekten isteyerek dokunamıyorlar insan yüreğine.  Katı olmaları öğretilmiş, daima eleştirel yaklaşıp direkt hükme gitmeleri dikte edilmişçesine. Kısaca toparlamak gerekirse; tahammülsüzlük ve hoşnutsuzluk karıştıkça harca kültürel ve ideoloji farklılıklarıyla bir türlü homojen bir karışımı oluşturamıyor.  İnsanın yaradılış amacı olan sevme ve sevilme meziyeti unutuluyor, kanıksanmamış bir öğretiden ibaret kalıveriyor…

 

-Semra Şenol

 

Kimsesizler Durağı 5

Kimsesizler Durağı

Kimsesizler Durağı

Önce yağmur yağdı, sonra gök kuşağı çıkageldi.

Kimsesizlerin durup dinlendiği durağı, düşünmeden geçip gitti.

Yüklüydü, omuzlarına asılan ıslaklığın kokusu rutubetli.

Ceketinin üsten ikinci düğmesi noksandı,

Suretini kaplayan kırışıklarda, geçmişin karabasanları raks ediyordu.

 

Kuru öksürükleri yılgındı, fazlasıyla üzgün bakardı bakışları.

Kalabalıklar arasında yaşayamazdı hâlbuki.

Rıhtımda demirleyen balıkçı teknelerine el sallardı,

Geceleyin yıldızları izlemek için duraksardı, çıplak gök yüzlü sokaklarda.

Üstünde daima ince, deliklerle dolu ceketi sarkardı.

 

Birkaç kadehle avunmasını bilirdi güya, şişenin dibini bulmadan hemen önce.

Uykusunda sayıkladığı ismi, ağzına almaktan kaçınırdı.

Utanırdı halinden, eğer bir gün bir sokak köşesinde rast gelseydiler.

Kirli ellerini arkasına saklayacağını, birbirine karışan saçı sakalına katiyen dokunmayacağını tahmin ederdi.

Hırpani giysilerinden, yaşlılığın bulaştığı bedeninden,

Ve dahası örümcek ağlarıyla kaplanan beyninden çekinirdi.

 

Ne eskiyi diriltebilirdi, ne de gençliğini geri kazanabilirdi.

Bir ölmek kalmıştı geriye, tıpkı bir sığıntı gibi köşeye sinerek,

Dünyayı kaybettiği delikte bırakacak mütevazı şekilde gidebilmek.

Cisme bürünen bedeninden başka koyup da arkada bırakacağı ne vardı ki;

Kimsesizler durağının tek sakiniydi, mecburi varlığını yüklemeden silinebilirdi…

 – Semra Şenol

İnsan dedin, Sevmeyi bilemedin! 6

İnsan dedin, Sevmeyi bilemedin!

İnsan dedin, Sevmeyi bilemedin! 7

Zarar vermeyeceksen sev!

Can pazarına düşmüş gibi saldırma çevrene, insan dediğinin tahammülü yok.  Bak bildiğin hiç bir ezberin kaydı kuydu yok, yarının zaten garantisi yok.  Bir tek kendi eline bakma, tuttuğun her şeyi senin sanma.  Kıyamete kadar hüküm sürerim san, ayakların altında ezileceksin fark etmeyeceksin.

Akıttığın her göz yaşının hesabını vereceksin, can vermenin ne kadar zor olduğunu sende hissedeceksin.  El kaldırdıkça, duyduğun kemik sesleri yakında senin olacak.  Zulmettiğin kadar zulüm göreceksin.

Kadına çocuğa verdiğin zarar, gün gelecek ziyan olarak çıkacak midenden.  Açlığın üzerinden geçtin, şişkin karnını okşadın.

Güzellikleri biçip kuraklığa teknoloji dedin, milyonlarca canın üzerinden geçtin. Özgürlük dedikçe yaşam hakkına göz diktin. İnsanım dedin, hayvanların üstünden para kazandın.  Durmadın, durmayı eziklik gösterip kara nefsine sürekli çentik attın.

Gör karanlığını, gençlere yaşayacak bir dünya bırakmadın.

Cep telefonuna bağlandığın kadar ailene sahip çıkmadın.

Alkol kokan nefesinle, masumiyete dokundun.

Yumrukla tekmeyle dostluğu karıştırdın.

İnsan dedin, sevmeyi bilemedin…

 

-Semra Şenol

 

AYIP MI KENDİNİ KAYIRMAK ? 8

AYIP MI KENDİNİ KAYIRMAK ?

AYIP MI KENDİNİ KAYIRMAK ? 9

Anaç dağların ortasında, kanyonların ötesinde yemyeşil yaylaların üstünde olmayı dilerdim.  Kim olduğumun, neye benzeyeceğimin kaygısını gütmeden koyunların arkasından ilerlemek.  Düşünme gafletine düştüğümden bu yana, hangi sonuca vardım bile kesin değil.  Canına okuduğum dünyasında bir avuç insan silueti arasında, omuzlarım sönük halde yürüyorum.

Keşke insanı örten bit vücut olmasa diyorum!

Çıplak ruhlarımızla, görünür duygu ve hislerimizle hiç olmadığımız kadar açık olsa zihnimiz.  Hücresel boyutta düşünmeyi bırakarak soyut varlıkların içinden geçebilsek. Ancak böyle bulur insan mutluluğu.

Farkımız yok, hepimizin tutturduğu bir ışık var. Ulaştığımızda yolumuzun aydınlanacağı iddiasına bel bağlıyoruz.  Sonu gören çıkmadı henüz.  Bulduklarıyla yetineni görmedim, duydum ama inanmadım.

Çağ değiştikçe ayak uydurmayı pek güzel öğrendik.  Her ne hikmetse dilimizden düşen yalanların üstesinden salto atarak kaçmayı bile marifet saydık.  Yüzüne baktığın kişinin kaç maskesi olduğunu gördüğün halde, keklik gibi kanıverdik.

İşimize gelmezdi diğer türlüsü, bir şekilde düzene ayak uydurmanın tarifi bu olsa gerek. Millete verdik talkımı kendimize sakladık salkımı.  Ayıp mı kendini kayırmak?  Bu soruyu hep başkasına sorduk ama üstüne düşünme zahmetine girişmedik.

Burada atıp tuttuğuma bakmayın, ben şöyleyim böyleyim safsatası yapmayacağım.  En âlâsını yaptım, yapıyorum farkında olmama rağmen yine yapacağım.  Başka türlüsünü nasıl bilebilirim ki?

Hangi insan kemik ve kanla birlikte doğduğu yaşamsal dürtülerinden sıyrılabilir ki? Bizi düşünce zehriyle, algıda seçici davranmamızı sağlayan egomuzla vurmayı başaran çıkamayacak nede olsa!

-Semra Şenol

 

 

Pembe Etekli Prensesi Öldürdüm! 10

Pembe Etekli Prensesi Öldürdüm!

Gözümü bir açtım ki üstüm başım pembenin her çeşit tonuna bulanmış halde.  Hangi rengi sevdiğim sorulmamış, varlığından habersizim gök mavisinin, toprak kahvesinin, portakal turuncusunun renginden.  Tiril tiril, uçuş uçuş eteklere bezenerek fanusun içindeki balerine benzemişim.

Ağzımı açtığımda sesimin ayarını yapmam, mahalle arkadaşlarımın kullandığı jargonda konuşmamam tembihlendi.  İyi hoş, bir şekilde usturuplu oturma kalkma eğitimini aldığımda, beni uzak diyarlara götürecek olan beyaz atlı prensimi beklemem gerektiğini öğrendim.

Bu atlı prens öyle muazzam bir şeydi ki hayatımı ona göre şekillendirecek, gık dese hemen yutkunacaktım. Dünyaya geliş amacım beyaz atlı prensin yemeğini pişirip taşıran, bebeğini doğran, evini temizleyen yan karakter olmaktı.  Bu öğretiler doğrultusunda büyütüldüm.

Doğrusuna bakarsanız kitaplardan hoşlanıyordum ben, aklımı ve beynimi doyuran sayfalarda daha bir özgürdüm.  Beni şartlamıyor, yönlendirmeye ve denetlemeye çalışmıyorlardı. Daraltılan ufkumu bu sayede genişlettiler.  Yaratılış amacımın beyaz atlı prense hizmet olmadığını, ancak ve ancak sevdiğim kişiye yoldaşlık etmek olduğu kanaatine varmamı sağladılar.

Fikirler değiştiğinde, mantık evresine vardığımda yakışıksız dilimle bütün gözleri diken gibi üstüme çektim.  Entel dantel konuşmalarım öyle çok yadırgandı ki, dış kapının mandalı gibi ortada kalıverdim.  Beni atının terkisine atacak prensi çoktan ret etmiş, prenses eteğimi başımın üstünden çıkarıp atmıştım.

Ağzıma geleni söylemiyordum tabi ki, ancak düşüncelerimi kendime saklamıyor yanlışı görüyorsam susmuyordum.  Beni ikincil konuma getiren koca bulma kaygısını, ata sporlarımızdan olan trip furyasını takip etmiyordum. Özgürlüğün ilk evvela akılda başladığını fark ettim.  Çayımı kendi irademle şekersiz içip, hoşuma giden dövmeyi tamda istediğim yere yaptırdım.

Beyaz atlı prensin bulmayı beklediği pembe etekli prensesi öldürmüş, helvasını dahi kavurmadan defnetmiştim. Kurallarımı koyarak, sınırlarımı bilerek, çapımın neye yettiği bilinciyle post-modern kadına evrildim. Mantığımın yanaşmadığına yanaşmadan, eğilir gibi yapmadan yüzümü güneşe döndüm.

En sonunda bulut beyazını sevdiğimi fark ettim, beyaz atlar bana göre değildi!…

-Semra Şenol

 

Kadının Düşmanı Çoktur! 11

Kadının Düşmanı Çoktur!

Gördüğüm kadarıyla bu dünya ehlinde bir kadına düşman olan çok şey var.  Esen rüzgar, bir parça kumaş, kırmızı renk ve mevsimler.

Evet yanlış okumadığınız mevsimler bile bir kadının düşmanı.  Gün erkenden karanlığa dönüştüğünde sokak aralarında büyüyen gölgeler peyda oluyor.   Bu karanlık gölgelerin aklı yok, zikri başka yerlerde ama elinde güç denene bir syilahı var.  Kadının üstüne çullandığında nefes aldırmıyor, bıçağını şah damarına bastırıp soluğunu kesiyor.

Sadece de buda değil, bir çok renk içinde kırmızı bile düşmandır kadına.  Dudağına sürdüğü kırmızı ruj çevresindeki erkeklerin onu farklı şekilde etiketlemesine neden olur. Beyaz gelinliğini beline bağlanan kırmızı kuşaktır namusu, alnında leke olmadığını gösterir cümle millete.

Kumaş mevzusu daha çok bilinir memlekette, bu kumaş yeri gelir uzun etek olur yeri gelir kısa bir şort olur.  Neden mi şort olur, kadında kadının düşmanı olur çünkü.  Biri çıkar der ki burası plaj değil, biri çıkarda der ki o kadar kısa giyersen tecavüze çanak tutarsın.

Dayanışma yoktur bu kadınlarda, hemcinsine olan sevgiyi geçtim kendisine olan sevgisi de şaibelidir.  Neden mi şaibeli, yine örnek vereceğim müsaadenizle.  Kadın ve erkek ilişkilerini, toplumdaki cinsiyet kuramlarını yanlış yorumlayan bir kadınımız çıkar ortaya. Ve derki, erkeklerin nefsini doyurmak için çok eşliliğin gelmesi gerekmektedir, bir erkek en fazla 4 eş sahibi olsun der.

Bunu diyen hemcinsin matematik kurallarından haberi yoktur, çarpma bölmeyi geçtim toplama işlemini bile beceremez ama çok güzel fetva verir.

Bu sebepten derim, dünyada kadının düşmanı çoktur.

 

-SEMRA ŞENOL

Kız çocuğu, Sevgili, Ana ve Namus Timsali 12

Kız çocuğu, Sevgili, Ana ve Namus Timsali

Kız çocuğu, Sevgili, Ana ve Namus Timsali 13

Bu yazıyı şu an dile getirmek gerçekten şahsım adına zor.  Kelimeleri bir araya getirip uzun cümleler kurmak sanıldığı kadar zor değil, ancak bir kadının katledilğini anlatamam sizlere. Fakat sizlere kadının toplumdaki yeri ve toplumumuzun kadına yüklediği sorumluluklardan bahsedebilirim.

Ataerkil sonrasında ise kocaerkil diye adlandırılan görülmeyen ama bilinen dayatmalarla, geçmişteki yanlışlarla büyütülüyoruz öncelikle.  Bir kadın olarak büyüdüğümüz, yetişkin olduğumuz çevre psikolojisini biraz anlamanızı diliyorum sadece.  Aile toplumumuzun en küçük yapı taşı, yalnız bu yapının idaresinin erkekte olması gerektiğini empoze ederek bizlere ve atalarımıza dikte edildi.  Aile üyelerinin en güçlüsü ve eve para getireni olan erkek baş tacımızdı elbette.  Kız çocuğu da evin idarecisi tarafından, ‘kız kısmı öyle oturmaz, yan gelip yatmaz, aklı kısa eteği uzun olmalı’ diye diye büyütüldü.

Sakız çiğnemenin bile bizi hafif ve yollu göstereceğini söylemişlerdi bizlere.  Ağzımızı kapadık, sakız çiğnemedik ve bu sefer sevgili olduk.  Etek boyumuz ailemiz de dahil olmak üzere çevremizdeki erkeklerin tek derdiydi.  Kumaş parçasına verilen itibarı bir türlü göremedik, işte buna yanıyorum!  Geç saatlerde evden dışarı çıkmanın bizi ‘müsait’ konuma getiriyordu.

Müsait konusu da az canımı sıkmadı hani, bilmeyenleriniz için kelimenin TDK’ da ki anlamını açıklayayım.

 Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)

Türkiye de kullanılan dilimizle bize hasır altından dalga geçilip, küçümsenirken  sesimizi çıkardıysak da işitilmedik.  Konuşan bir kadını duymamayı çok iyi bilirler, eşleri oluruz yatağına gireriz, çocuğunu doğururuz ama dinlenmeyiz.  Onlara göre lafımızda sözümüzde boştur, lüzumsuzdur ve kafa ütülemekten öteye gidemez.

Ah bir de ar ve namus meselesi var.  Dört mevsimiyle, doğasının güzelliğiyle gölümü çalan ülkemde namus denildiğinde akla bir ben gelirim. Yan bakışım, gülüşüm, kıyafetim namus sayılır.  Tenim üzerinden beni yaftalar sınırlandırırlar ve rızam olsun olmasın tecavüze her zaman açığımdır.

Bu hakkı kendilerinde gördükleri gibi adalet karşısında benim boynum büküktür. Teşhirci olduğumu ve kuyruk salladığımı bile söylerler.  Ana da olsam, kız çocuğu da olsam her şekilde benim hayatım adına yargısız infazda bulunurlar.

Ölürüm, öldürülürüm yinede suçlu ben olurum.

Çünkü kadınım!

 

-Semra Şenol

 

 

Kadınlar Kediye Benzer! 14

Kadınlar Kediye Benzer!

Kadınlar Kediye Benzer! 15

Ömrünce tanıdığın kadınları göz önüne getir kimini daha çok sevdin, kimini ilgi manyağı yaptın, hangisine sırtını çevirip önemsemedin.  Yıllarca hem kaçan oldun, hemde kovalayan. Tanışıp görüştüğün tüm kadınlar bir tecrübeydi esasen sende bir tecrübe bıraktı, değer kattı.  Ve dahi bir şeyler alıp götürdü kalbinden, benliğinden, akıllı geçinen gururundan.

Dolayısıyla kadınları iyi tanıdığını, haklarındaki her şeyi bildiğin kanaatine kapıldın.  Bu yanılgı sana cahil cesaretiyle hareket etme hakkını tanıdı, bencilce bir tutumla ilerledin.  Temkinli oluşunda bu yüzdendi, ön yargılarına inanarak ve dahi güvenerek daima kaçan olmayı yeğledin.

Azizim, düştüğün bu gaflet senide yüreğini de kandırmasın.  Kadınlar kediye benzer!

Sevilmek ister, sağduyulu bir şekilde benimsenmek ister.  Hoşgörü görerek, saçları okşansın, kalbi doyurulsun ister.  Sen ki nankör dersin kediye, sahibine itaat etmek istemez, gün gelir arkasına dönmeden gider dersin.  Haksız değilsin hani, ancak yanıldığın çıkarımlar var.

Kediler onu besleyene kul köle olmaz, onunla dost olur.  Sahibini kendine denk görür ve içtenlikle sevildiği hissettirildiğinde aynı şekilde karşılık verir.  Bu ister sevgi bağı olsun, isterse arkadaşlık sahibine güvenir.  Köpekler kadar sadık değildir dersin, doğrudur kabulüm.  Köpekler sahipleri canını yaksa da, aç bıraksa da kör bir bağla bağlıdır sahibine.

Sen kadınından bunu mu istersin? Dövsen de sevsen de sana mecburiyetten doğan bir bağlılık mı beklersin? Yoksa eşitliğin korunduğu, karşılıklı fedakarlığında barındığı bir ilişkiyi benimsemek istemez misin?

Kediler, sahipleri artık onlara daha ilgilendiğinde, sevgisini kısıtlayıp ihtiyaçlarını karşılamadıkların da giderler.  Hem de kime bilir misin Azizim, onunla daha çok ilgilenen ve seven yeni birine.  Bir kadında gider dostum, sevilme ihtiyacını kim karşılıyorsa ona gider.

Onu yerinde tutamayan, gereksinimlerini veremeyen sen buna nankörlük dersin.  Bir düşünsene genelleme yapmadan, istisnalara aldanmadan.  Sen, evet sen kalır mısın seni sevmeyende.  Karşıda kollarını sana açmış bekleyen içten bir kalp yolunu gözlerken?

Cevabını vermeden önce ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya ver’, sonra yüreğine danışıp, sesini dinle.  Dinle ki cevabını bana öyle ver.

Kadınlar kediye benzer ve kim severse ona gider…

-Semra Şenol