Kategori arşivi: Edebiyat

İlk yazılı tarihimiz: Orhun Yazıtları 1

İlk yazılı tarihimiz: Orhun Yazıtları

Türklerin bilinen ilk alfabesi olan Orhun alfabesiyle yazılmış olan Orhun Yazıtlarına, Göktürk Yazıtları’da denmektedir. Göktürk tarafından yazılan yapıtlar Türkler hakkında geniş bilgiler vererek, Türklerin tarihini yansıttığı için önemli bir yer tutmaktadır.  Türk dilinin gramer yapısı, değişimi, devlet anlayışı, devlet yönetimi, adetleri, kültürel ögeleri ve soydaşları hakkında bilgi veren Orhun Kitabeleri, Bilge Kağan ve Kül Tigin Yazıtlarından oluşmaktadır.

Bu iki yazıtı Yollıg Tigin’in yazdığı bilinmektedir, kendisi Bilge Kağan’ın yeğenidir. Abidelerin sonsuza kadar kalması temennisini içeren sözler geçtiği için yazıtlara Bengü Taşlar ismi de  verilmiştir.

İlk yazılı tarihimiz: Orhun Yazıtları 2

1889 yılında Moğolistan’ın Orhun Vadisinde bulunan yazıtların yazılış tarihi M.S. 8. yüzyılın başlarına dayandığı düşünülmektedir. Orhun Yazıtları II. Göktürk Kağanlığı’na ait yapıtlardır. Kül Tigin Yazıtı 732, Bilge Kağan Yazıtı 735 yılında yazılmıştır, dilbilimci Vilhelm Thomsen ve Vasili Radlof tarafından dili çözülmüştür.

15 Aralık 1893 yılında Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi’nde açıklanarak bilim dünyasına kazandırılmıştır.

Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) Nedir? 3

Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) Nedir?

Batı edebiyat akımları içerisinde yer alan egzistansiyalizm, ilk olarak Martin Heidegger tarafından 1927’de ortaya atılmıştır. Dünyaya yayılmasını sağlayan Fransız düşünür ve romancı olan  Jean Paul Sartre’’nın benimsemesi ve edebiyata uygulamasıdır.  İkinci dünya savaşı sırasında tüm dünyaya yayılan egzistansiyalizm, insanın kendi değerlerini oluşturabileceği ve geleceğini kendisinin kurabileceğini savunan varoluşçuluk anlamına gelen bir felsefe akımıdır.

Varoloşçuluk felsefesi dört temel ilkeye dayanır bunlar;

  • Varoluş bireysel ve tektir, idelizm düşüncesinin tam tersi ve karşıtıdır.
  • Varlığın amacının araştırılmasını içinde barındırır. Varoluş sorununu temelinde taşır.
  • İnsanın içindeki olanaklardan birini seçebileceği bütünlükten oluşan varoluş, akla dayanmaktadır.
  • Varoluş görüşü daima dünyada var olma sorunsalını taşır. İnsanın diğer insanlarla olan ilişkisi, varlıklarla olan etkileşimi tarihsel bir somutluk taşır. İnsan kendi karakterini yaratarak var olabilir.

Egzistansiyalizme göre insan yaşanan olaylara ve durumlara göre en iyiyi ve en doğrusunu seçebilen bir varlıktır. İradesi, bilinci ve aklıyla insan düşünme yetisi olmayan canlı ve nesneler içinde yaşayan bir varlıktır.

Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) akımının batı edebiyatındaki temsilcileri

  • Jean Paul Sartre
  • Albert Camus
  • Andre Malraux
  • Simone de Beauvoir

Varoluşçuluk akımını benimseyen eserlerde karakter yoktur, çeşitli durumlarda karşı karşıya kalmış insanlar ve seçimleri vardır. Bu eserlerde insanın kendisini aşması, özgürleşerek varlığını bulma çabası işlenir.

Egzistansiyalizm, varoluşçuluk akımı edebiyatımıza Cumhuriyet döneminde girerek, temsilci olarak Yusuf Atılgan ve Edip Cansever tarafından benimsenir…

 

Kim celladına bu şerefi bahşeder! 4

Kim celladına bu şerefi bahşeder!

Seni Bırakacağım

Üzgünüm ama artık devam edemiyorum. Yarım kalmasın diye, mutlu bir son hayaliyle içimde barındırdığım sevgiden gitme vakti.  Kapımın önündeki ayrılık öyle ısrarcı ki, nasıl hissettiğimi nerden bileceksin. Bu noktaya gelmezden önce nasıl kaçtığımı, hangi odalara kapanıp feryatlar kopardığımı nasıl bileceksin.

Yoruldum, yorgunluğum dilde değil anla. Zihnimdeki karıncalanma, yüreğimin mengene içindeki ezilme sesi ve umarsızca devam eden gözyaşları. Hangisi daha çok yordu dersen, ıssız gecelerin ortasında cenin pozisyonunda ağladığım anlarımı sana nasıl anlatayım.  Nerden bileceksin bu yarım hikâyenin acısını? Kan revan gölüne dönen kalbimin üstünde çıplak ayaklarınla yürürken, pınarımı kuruttun.

Sol yanımı boş bıraktırdın, ki bir tek sen kadarlık yer vardı. Soğuk ve umarsız bakışlarınla duvar gibi durdun önümde.  Ne gücüm yetti sana, nede sesimi duydun!

Çıkmazım oldun, pamuklara sardığım en büyük aldatmacaydın.  Boynuma doladığın ipek urgan elindeyken, bırakamam diye avundun.  Kim celladına bu şerefi bahşeder bir düşün. İçimizdeki bağ çözülürken, önemsiz gördüğün sevgimi kurup kurup bozdun. Kalbim attığı sürece azmettim seni sevmeye, katilim olursun dedim ama nafile kandırdın aşk diye.

Kim seni ben kadar sevebilirdi, kim ağrıyan yanını baş tacı yapar dermanını saklardı.  Bir ben, bir tek ben yara bere içinde gelirdim sana. Ellerim titrerken, ışığına tutulan pervane misali yakardım kanatlarımı.

Yemin ediyorum ki seni bırakacağım. Ciğerim pare pare olsa da, başımı al kanlar bürüse de, yıldızlarım gökten düşse de bırakacağım.  Varsın talan olup ziyan olsun yürek, kim bilecek ruhumun çürüdüğünü.  Kim duyacak sol yanımın feryadını, kim görecek buza dönen ellerimi.

Sonum olmadın, olmayacaksın. Boynumdaki urganı, kalbime geçirdiğin kapanı söküp atacağım. Tırnaklarım paralanacakmış, parmaklarım kopacakmış neyime, göz görür mü bu saatten sonra!

Seni bırakacağım, evveliyatım oldun diye hüküm süremezsin sinemde. Merhem getirme, sen bende tükenmiş bir yanıltmaca, kör bir sızı olarak kalacaksın…

 

-Semra Şenol

 

 

Her İnsanın Sevilmeyeceğini Gösterdin 5

Her İnsanın Sevilmeyeceğini Gösterdin

 

Cesaretim yoktu kötü sözlerimde, işin aslı yazılarımda anlattım ya derdimi.  Bakma sen bana, dilimin yangını müsaade etmez konuşmama. Dün gece yazdığım mektubu sana yollamamak, gönlümdeki acıyı yırtıp atmak için can çekişiyorum.

Pişmanım. Bunun başka bir izahı yok, ne desem ne yapsam karşılanmamış bir feryadın içinde tükenmeye devam ediyorum.  Kalem elime ağır gelirken, gökyüzünün karardığı anlarda sana sığındım.  Yanımda yoktun, yanımda hiç olmadın.  Mutlu değildim, hiç mutlu olmadım.  Üzüntüm daima boyumu aştı, ama hep gururuma sarıldım.

Gururum beni ayakta tutan yegane ateşti, mantığımı körükledikçe kanayan yüreğimin sesini kısabildim.  Yine de geriye baktığımda aptallık ettiğimin farkındayım. Mutlu sayılmazdım, bundan ötürü hep seni suçlamayı, sana kusur bulmayı öğrendim.

Haklı yada haksız beni sevmedin.  Bende bunun için kızgındım, başka tenlere sokuldukça beni sevmeyişine lanet ettim. Bir başkası olsaydı inan daha az acıtacaktı. Bir sebep verecektin kalbime, beni sevmeyişine bir bahane bulacaktım. Ekmekle su gibi tutunacaktım, günün birinde özümseyecek asla o kişi olmayacağımı kabullenecektim.

Kalbin boştu, bakışların sıcacıktı. Gülümsemen güneş gibi ışıldarken nasıl kalbim umuda kapılmazdı. Kısa bir an için elini kalbime götürdüğünde ümitlerim bir selvi ağacı gibi göklere yükseldi. Dedim; işte bu gün bu dakikadan itibaren beni sevecek. Damağımda kalacak kısacık bir mutluluk lütfetmişsin meğer. Dudaklarımı dudaklarına verdiğimde geri çekilmedin, kokum kokuna karışırken soluğumu yuttun.  Telaşlı, bir o kadar nazik sevişirken bedenin kollarımın arasındaydı.  Sandım ki benimsin, bana aitsin.

Ne büyük yanılgı, ne büyük hayal kırıklığı! Arzularımız yatıştığında tutkunun kol gezdiği gözlerin parıltısını kaybetti.  Kıyafetlerimiz henüz üstümüze geçmeden uzaklaştın benden, bir an için yan yanayken bir anda aramızda kat edilmesi gereken mesafeler vardı.  Bir vebaymışım gibi uzaklaştın benden, ihtirasımı ve aşkımı paylaştıktan hemen sonra terk ettin. Bir gecelik bir ilişki olarak gördüğün sevgimi göz ardı edebildin. Ölsem dahi unutamayacağım bir anı verirken, ömür boyu taşıyacağım bir acı verdin aynı zamanda.

Her insanın sevilmeyeceğini bana gösterdin.  Tecrübesizliğimi yüzüme vurdun çünkü sen benim içimi ısıtan ilk aşktın.  Sonu mutlu bitmeyecek bir masal anlatmış oldun bana, kimseye söylemeyeceğim için için yanan bir kor bıraktın yüreğime.

Mektubum gönlümün feryadıyla dolarken aşkımı güz yaptığın diye ah etmedim.  Nasıl edecektim ki? Nefesimde yaşamayı istemedin, hissetmedin duygularımın denkliğini. Şimdiyse aramıza bir okyanus sokarken, aciz hayallerimin altında kalan bendim…

 

-Semra Şenol

Ahmed Arif'in Bitmeyen Aşkı Leyla Erbil'e Mektupları -Leylim Leylim 6

Ahmed Arif’in Bitmeyen Aşkı Leyla Erbil’e Mektupları -Leylim Leylim

Tek şiir kitabı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ ile Türk edebiyatına unutulmaz dizeler hediye eden Ahmed Arif, aynı zamanda karşılıksız bir aşkın kahramanı.  Büyük bir tutkuyla sevdiği ancak aşkına asla karşılık bulamadığı, mektuplarıyla sevgisini haykırdığı kadın ise Leyla Erbil!

Şair ve yazar olan Leyla Erbil’e karşılıksız bir aşkla tutulan Ahmed Arif, şiirleriyle ve sıcacık mektuplarıyla sevgisini haykırmaktan asla çekinmemiş, sinesinde günbegün büyütmüştür.  Aşkını ne kadar büyütse de Leyla Erbil’den bir karşılık bulamayan, dostluk sınırını aşmayan Arif  hiç pes etmedi.  1954-1959 yılına kadar mektuplarıyla, sevdiğine Leylim hitabıyla mektuplar yazdı.  Son mektubunu 1977’de yollayarak aşkına son vedasını etti.

Yaşadığı dönemdeki siyasi görüşü, etnik kökeni, edebiyat tarzı ve şiirleriyle mektupların da farklı bir Ahmed Arif gördüğümüz şair, çok yönlü aşkını kendi diliyle anlattı.  Leyla Erbil’e yolladığı mektuplar o dönemin entelektüel yanlarını, sürgün günlerini, siyasi baskıyı, içsel dünyasını yansıtırken en çokta aşkını barındırır.

Ahmed Arif’ her zaman dostça yaklaşan Leyla Erbil, şairin ölümünden sonra mektupları ailesinden de izin alarak yayınlamak ister. Ancak kitap çalışması sırasında hayatını kaybeden Erbil, Leylim Leylim kitabını asla göremez.

Ahmed Arif'in Bitmeyen Aşkı Leyla Erbil'e Mektupları -Leylim Leylim 7

Unutulmaz, gerçek bir aşkın mektuplara dökülüşünü okucuya aktaran Leylim Leylim kitabından kesitler;

Böyle ne kırık ne de anlaşılmamış gitmek istemiyorum. Dostluğumuz ki korkunçtu. Ve yaşanmaya değer. Bugünkü feci haline rağmen, birbirimizi tanıma hususunda pahasız bir değerdir. (…) Ha, sürgüne gitmeden – bugünler – bir mektubunu alırsam, sevinmem diyemem elbet! Bu da laf mı, uçarım belki! Ama yazmasan ne diyeyim…

*

Bak, yanında ben varım. Seninle olduktan sonra yapamayacağım ne vardır? Önce kendine inan, kendini sev, sonra bana bel ver, bana yaslan, bak yaşaman nasıl asli cevherini gösterecek. Üzme hiç kendini, ölürüm sonra. Ölmek hiçbir şey değil. Sen böyle canlı, sıcak, dost, aziz ve en güzeli sevgiliyken ölmek, acı da olsa katlanılır. Ama senin bu bedbin halini görmek… İşte mesele burada

*

Biz birbirimize o kadar alışmamıştık ki. Öyle değil halbuki Leyla, alışmamıştık amma, alışabilirdik ve alışacaktık…

*

Akşam, uykularımı senden alırım. Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade başdönmesini bulurum.

*

Özlemektir seni, geberesiye. Ses etmektir, haykırmak ‘Leyla!’ bir tenha saatte geceler yarı. Ömrümüz çelimsiz, kısa. Çabamız korkunç ama. Ayaklarımızı bastığımız toprağın, kokladığımız havanın, şunun bunun en ibne, en akla gelmez derdini dert edinmek. Kendimizi duymaya, yaşamaya yönelmek bile yasak

*

Canım Benim,

Bilir misin, ‘canım’ dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep.

*

Bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı, daha ustaca ve korkusuz yaşarım.
Ama bu sefer seni tanımakta gecikmem…

*

Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim bundandır… Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun…

*

Geçende bir mezar gördüm…Küçücük !
Öyle bir yalnızlığı var ki Leyla,
binlerce mezarın içinde, irili ufaklı, çiçekli, parmaklıklı mezarların arasında, “Ben buradayım” diyor âdeta.

*

Sözde cigarayı bırakmağa niyetliydim. Bugünkü, inan bana unuttum kaçıncı paket. Evde bir ölüm sükûtu var. Sual sormağa korkuyorlar. Ah bir sorsalar da seni anlatsam…
Ah bu rezil dünya seni tanısa, seni öğrense, seni anlasa..

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü - Victor Hugo 8

Bir İdam Mahkûmunun Son Günü – Victor Hugo

Fransız bir şair ve yazar olan Victor Hugo, 1802 yılında dünyaya gelmiştir. İlk romanı 1831 yılında yazdığı  ‘Notre Dame’in Kamburu’dur. Çok sayıda şiir, piyes ve roman yazarak dünya edebiyatının ölümsüz isimlerinden biri haline gelmiştir.

1861’de yazdığı ‘Sefiller’ romanıyla tüm dikkatleri üstüne çeken Victor Hugo, Paris’te bir kahraman olarak tanınmıştır.

26 yaşındayken kaleme aldığı Bir İdam Mahkûmunun Son Günü roman, adından anlaşıldığı üzere idam cezasını eleştiren, insani ve etik boyutlarını göz önüne koyan bir eserdir. Birinci tekil kişi ben ile yazılan ilk roman özelliğini taşıyan eser, bir çeşit zihinsel otopsi tarzındadır.  Romanı henüz okumayanlar için en güzel alıntıları sizlerle paylaşıyoruz.

Örnek göstermek gerek! Suçluları bekleyen kaderi izleterek onları taklit etmeye kalkışacakları korkutmak gerek!

*

Çok acı !Karşınızda duran ,sizi görüp size bakan ,sizinle konuşan ,sizi cevaplayan,fakat sizi tanımayan birini dünyanın yegane varlığı olarak tutkulu bir şekilde ,bütün kalbinizle sevmek !

*

İşte hiçbiri benden nefret etmeyen , hepsi benim için üzülen ve isteseler kurtarabilecek olan bu adamlar babana bunu yapacaklar. Marie, beni öldürecekler, bunu anlıyor musun ? Hem de her şeyin düzene girmesi için törenle, soğukkanlılıkla! Aman Tanrım !

*

Bencilliklerin oluşturduğu bir bileşim en güzel toplumsal birliktelikleri yozlaştırıp yok eder.

*

Bazı anlar oluyor ki insan bir saç teliyle bir zinciri kırabileceğine inanıyor.

*

Delilik insanı yaşatır derler; en azından akıl acı çekmez; uyur, ölü gibi yaşar.

Edebiyatta Parnasizm Akımı Nedir? 9

Edebiyatta Parnasizm Akımı Nedir?

Le Parnasse Contempoain  “Çağdaş parnasçılık” eseri Parnasizm akımının çıkış noktası olmuştur.  Realizm, klasizm ve romantizm akımlarına tepki olarak doğmuştur.  Teknikte kusursuzluk ön plandayken, nesnellik baş roldedir.  Sanatsal biçim önde tutularak ‘Sanat sanat içindir’ sözü benimsenmiştir.

Şiirde biçimcilik amaçlanır.  19, yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan Parnasizm, şiir türünde önemli eserlerin verilmesini sağlamıştır.  Doğal güzelliği ve dış görünüşe büyük önem verilirken, ölçülü ve nesnel bir anlatımda söz konusudur.

Realizm ve natüralizmin bir çeşit sentezi olarak şiirde kendini gösteren bu akım, ilk olarak Parnas adlı derginin yayınlanmasıyla dağılmaya başlamıştır.

Eserlerde sanatsal kaygı daima öne çıkmaktadır, zengin bir dil, ihtişamlı biçim, yoğun duygusallık içerir.  Parnasizm temsilcileri Theophile Gautier, Francois Coppee, Theodore Banville, Leconte de Lisle’dir. Edebiyat tarihinde Parnasizm, Leconte de Lisle ile bağdaşmaktadır.

Parnasizmi benimseyen şairlere Parnasyenler denilmektedir. Şiirlerinde redife ve kafiyeye önem verirler.  Türk edebiyatımızda parnasizmi benimseyen yazar ve şairlerimiz: Tevfik Fikret, Cenap Sahabettin, Yahya Kemal’dir.

Tevfik Fikret parnasizm akımının en belirgin özelliklerini eserlerinde icra etmiştir.

İnsan Neyle Yaşar? - L.N. TOLSTOY 10

İnsan Neyle Yaşar? – L.N. TOLSTOY

Büyük Rus yazarlarından biri olan Lev Nikolayeviç Tolstoy, 9 Eylül 1828’de dünyaya gelmiştir. Napolyon savaşları esnasında yazdığı Savaş ve Barış romanını 1865 yılında kaleme almıştır.  Yaşama sunulan bir destan olarak nitelendirilen eser klasikler arasına girerek bir çok dile çevrilmiştir.  İkinci büyük romanı olan Anna Karenina’yı 1877 yılında yazmıştır.  Hayatının son otuz yılını din, insan, adalet, aile, toplum,özgürlük, sanat ve estetik konularında kurumsal çalışmalara veren Tolstoy, 7 Kasın 1910’da zatürreden hayatını kaybetmiştir.

İnsan Neyle Yaşar? ile insan sevgisi ile gerçek hayatı yansıtan hikayeleri kaleme alan yazar, üzerinde düşünülecek bir eser üreterek klasikler arasına girmeye hak kazanmıştır. İnsan Neyle Yaşar? kitabından sizler için en güzel alıntıları derledik.

İnsan Neyle Yaşar?

“Ekmek pahalı, emek ucuzdu.”

“Tüm insanların, kendilerine baktıkları için değil, sevgi sayesinde yaşadıklarını öğrendim.”

“Şunu sakın unutmayın: Önemli olan bir tek an vardır. O da “şimdi”dir. Çünkü bir tek ona sözümüz geçer.”

“Öğrendim ki insan kendi hayatından endişe ettiği için değil, içinde sevgi olduğu için yaşar.”

“Tanrı’yı sevdiğini söyleyip kendi kardeşinden nefret eden varsa; o bir yalancıdır.Görüp tanıdığı kardeşini sevemeyen, göremediği Tanrı’yı hiç sevemez.”

“Dünyada barış olmalı, insanda iyi niyet.”

Şimdi anladım ki kötülük kötülükle çoğalıyor, insanlar ne kadar kötülüğün ardına düşerlerse ona o kadar çoğaltıyorlar.
Demek ki kötülük kötülükle ortadan kalkmıyor. Peki öyleyse neyle kalkıyor?

Tuhaftır, çocukken büyükler gibi olmak isterdim,ama çocukluktan çıktıktan sonra çocuk olmayı özledim…

Allah bana, gençliğimde bakayım, ihtiyarlığımda avunayım, ölünce de hayırla anılayım diye bir çocuk verdi.

Şeker Portakalı - Jose Mauro de Vasconcelos 11

Şeker Portakalı – Jose Mauro de Vasconcelos

Portekizli bir baba ve Kızılderili bir annenin çoğu olarak 1920’de dünyaya gelen Jose Mauro de Vasconcelos, Brezilyalı bir yazardır.  Hayatını idame ettirirken bir çok işle uğraşan yazar, eserlerinde bunun faydasını görmüştür. Roman ve hikayelerinde yoksulluğu, yaşam zorluklarını gerçek bir dille işleyen yazarın en çok popüler olan romanı Şeker Portakalı’dır.

Şeker Portakalı’nı 12 günde yazan Jose Mauro de Vasconcelos, roman hakkında “Ama onu 20 yıldan fazla taşıdım yüreğimde” demiştir.  1968 yılında yayınlanan kitabın gerçek adı O Meu Pé de Laranja Lima’dır.  Romanın baş karakteri Zeze’nin hayatını konu alan devam kitapları Güneşi Uyandıralım ve Delifişek’tir.

Şeker Portakalı kitabından en güzel alıntılar

“Daha çok anlat” dedim.
“Hoşuna gidiyor mu?”
“Çok. Elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
“Bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
“Gider gibi yaparız.”

*

“Uyuyalım. İnsan uyudu mu her şeyi unutur.”

*

“Çocuk yüreği unutur ama affetmez.”

”Nen var Zeze?”
”Hiç. Şarkı söylüyordum.”
”Şarkı mı söylüyordun?”
”Evet.”
”Öyleyse ben sağır olmalıyım.”

İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bir şey demedim. Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim.

Uzun uzun burnumu çektim.
“Önemi yok, onu öldüreceğim!”
“Ne diyorsun sen küçük; babanı mı öldüreceksin?”
“Evet yapacağım bunu. Başladım bile. Öldürmek, Buck Jones’un tabancasını alıp güm diye patlatmak değil! Hayır. Onu yüreğimde öldüreceğim, artık sevmeyerek… Ve bi gün büsbütün ölecek.”
“Bu küçücük kafada ne büyük bir hayal gücü!”

“Neden benim gibi yapmayı ögrenmiyorsun?”
“Sen ne yapıyorsun ki?”
“Kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum…”

” – Biliyor musun, insanları öldürüyorum Portuga.

– Bunu nasıl yapıyorsun Zeze?

– Onları unutarak… ”

“Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, aynı hüzüntüden payını alan büyük ve hüzünlü kişiler.”

AKKOR - Semra Şenol 12

AKKOR – Semra Şenol

Semra Şenol’un kaleminden Organ Naklini konu alan yeni bir roman!  Okuduğunuz da kalplerinizi sıcacık tutacak, gözlerinizin yaşarmasına neden olacak enfes bir roman geliyor.  1 Aralık itibariyle tüm kitapçılarda ve kitap satan noktalarda satışa sunulacak.

Başı aşklar ölmeyi bekleyecek kadar sabırlı değildir! 

AKKOR - Semra Şenol 13

AKKOR

Tanıtım Bülteni

Bir kalp kaç kişiye ait olabilir? 1,2,3.

Sadece tek bir kalp kaç kez sever, kimin uğruna canhıraş atar?

Cam fanusunu kırıp çıkmayı ümit eden Safir için intihar bir son değil, kurşun kalemle yazılan kaderine bir isyan sadece.

Ama nasıl bilebilirdi, hayatın başka bir şans vereceğini?  Yaşam müjdeleyicisi olan organ nakli ona verilen bir armağandı. Emanet bir kalple, down sendromlu bir çocuğun elini sevgiyle tutacağını bilse intizar eder miydi hiç!  Fakat gördüğü rüyalarda bir kadın tanıdı, hüznü bulaşıcı gözleri yalvaran bir kadın. Peşinden giderek vebalini kabullendi, ahde vefasını ödeyecekti!

Geçmişini ve geleceğini eşiyle birlikte kaybeden Yalçın keskin bir bıçaktı.  Gözünde oluşan maraz, kalbindeki suçluluk duygusunun dışavurumuydu. Son sürat yağmurun altında giden arabada karısını bırakırken, mesleğini ve gülüşünü de peşi sıra kaybetmişti.

İki talihsiz olay sonucunda kalp nakliyle bağlanan iki insan, tek bir vücutta buluşurken, geçmiş ve geleceğin sancıları çevrelerindeki birçok insanın da dönüm, nirengi noktasını oluşturacak.

Aşk; sakın ola o adama bulaştırma beni!

İkimizin birbirine bir hayrı dokunmaz yanmaktan başka.

Küllerimiz iflah etmez bizi!…